1 Mayıs; direnişin günüdür. Sömürü, geleceksizlik ve yoksulluk düzenine karşı başkaldırmanın; özgürlük ve eşitlik mücadelesini ileriye taşımanın, onu iradeyle ve perspektifle buluşturmanın günüdür. İnsanca yaşanacak bir memleketin inşası için verilen emeği var gücümüzle büyütmenin günüdür.
Zor günlerdeyiz. Açlık sınırı 10 bin lirayı, yoksulluk sınırı 33 bin lirayı bulmuş durumda. Dar gelirlilerin enflasyonu yüzde 91-105 bandında seyrediyor. Bu şartlarda sadece sağlıklı beslenebilmek için bile bir günde en az 325 lira harcamak gerekiyor. İşsizlik oranı yüzde 23’e, genç işsizliği oranı ise yüzde 19’a yükseldi.
Emekçiler bunları yaşarken patronlar ise kâr rekorları kırarak zenginleşiyor. 13 kişinin toplam servetinin 44 milyon kişinin servetini aşıyor. 2016’dan bu tarafa ücretlerin milli gelir içindeki payının yüzde 10 oranında azalarak yüzde 25’e düşmesi nasıl yoksullaştırıldığımızı gözler önüne seriyor.
Bu yıl büyük acılar yaşadık. Maraş depremlerinde 50 binden fazla insanımızı kaybettik. Şehirlerimiz iktidar, yerel yönetimler ve inşaat şirketlerinin oluşturduğu rant çeteleri zengin olsun diye yerle bir oldu.
Yaşadıklarımız “kader planı” değil katliamdı. Devlet yıkıma müdahale etmedi, evleri yıkılan milyonlara ne geçici ne de kalıcı bir barınma seçeneği sunmadı. Kızılay, depremzedelere vermesi gereken çadırları satışa çıkardı. AFAD, halkın seferberliğiyle toplanan dayanışma malzemelerine el koydu. Patronlar, depremden günler sonra yalnızca vergi indirimi kararından faydalanmak amacıyla televizyon ekranlarında bizden çaldıkları milyonlar ile hiç utanmadan gösteriş yaptı. Ancak sonuç olarak AKP çözümü binlerce otel boş dururken üniversiteleri kapatmakta ve öğrenci yurtlarını boşaltmakta buldu. Pandemi sürecinde gördük ki uzaktan eğitim, eğitim değildir. Deprem sonrasında uzaktan eğitimin sürdürülmesi kararı eğitimi kesintiye uğratma kararıydı. Üniversite aynı zamanda sosyalleştiğimiz, dayanışmayı ilmek ilmek ördüğümüz ve örgütlendiğimiz kamusal bir mekan olma niteliğine sahipken kampüslerin kapısını kapatmak dün de bugün de bir mecburiyet değil AKP’nin tercihidir. Gençliğe karşı duyulan korkunun ifadesidir. Üniversiteyi dikensiz gül bahçesi haline getirmek isteyenlerin kabuslarını gerçek kılalım!
Faşist saldırganlık ülkenin her tarafında halka karşı bir tehdit unsuru olarak kullanılıyor. Ancak bu tehdidi mücadelemiz ve dayanışmamız ile yeneceğimize inanıyoruz. Tarihten öğrendiğimiz bir şey var: Sömürü, zorbalık ve zulüm varsa, direnenler de var!
Hak talep etme yöntemlerinin tümünü, mücadelenin her biçimini suç sayarak saldırı gerekçesi yapan AKP, toplumsal muhalefeti etkisizleştirmek için her yola başvuruyor. İktidar “Nerede ne yapacağınıza ben karar veririm” diyerek meydanları yıllardır devrimcilere ve halka yasaklamaya çalışıyor.
Gençliğin söyleyecek çok sözü, uğruna mücadele edecek çok hedefi var. Bu mücadelenin yeri liselerdir, üniversitelerdir, sokaklardır ve meydanlardır. Bu sebeple ilan ediyoruz: Bize çizdiğiniz sınırları kabul etmiyor, bu yıl da Taksim yasağını tanımıyoruz!
Şimdi depremin ardından örgütlediğimiz dayanışmayı mücadele için de örgütlemenin, üniversitenin sesini kampüslerden sokağa taşımanın, hesap sorma iradesini göstermenin vaktidir.
Devrimci Gençlik Dernekleri olarak 1 Mayıs’ta özgürlük ve eşitlik isteyen tüm gençleri Taksim’e çağıyoruz!
Bu ablukayı yine biz kırarız; Taksim’i yine biz zaptederiz!
Devrimci Gençlik Dernekleri