“Dünya değişiyor bunu suda hissediyorum, toprakta hissediyorum. Kokusunu alıyorum. Eskilerden pek bir şey kalmadı, zira hatırlayanlardan yaşayan yok artık. Her şey muhteşem yüzüklerin yapılmasıyla başladı.”
Şüphesiz, içinde yaşanılan her devir, o çağın insanı için, eğer ortada eleştirel bir akıl varsa, müthiş bir altüst oluş hissi uyandırmıştır. Zamanenin pek popüler eserlerinden birinden yaptığımız bu alıntı bir yanıyla; değişimin fark edildiği o anı tariflerken bu derece altüst oluşların insanların dünyasına ne derece ait olduğunu da ortaya koymak içindir.
Bugün kurgusal olmayan dünyamız ve onun üzerinde yaşadığımız coğrafya büyük bir altüst oluşun ve buna bağlı değişimin aşikar olduğu günlerden geçiyor. Dünya ölçeğinde sosyal, siyasal ve ekonomik krizin yakıcı etkilerini hayatımızın her anında hissediyoruz. Bu krizin aynı zamanda bilinen veya en azından çağdaş insan hafızasının yeterliği ötesindeki bir topyekün altüst oluşa işaret etmesi, kendi önemini artırıyor. Dünya ölçeğinde emperyalizmin içinde olduğu kriz derinleştikçe baskıcı iktidarlar kendilerine daha geniş alanlar bulurken, sosyal haklar ve en genel özgürlükler daralıyor. Kapitalizmin “nimetlerinden faydalanmaya hevesli” toplumsal kesimler bunun bir aldatmacadan ibaret olduğu gerçeği ile yüzleşiyor. Emeği ile geçinenler güvencesizlik ve derin yoksulluk altında eziliyor.
İnsanların dünyası, toplumsal olarak var olduklarından bu yana sınıf savaşımının çeşitli düzeylerde sahnesi olmuştur. Bu savaşın dehşet verici gürültüsünü duyanlar onun hayatlarını nasıl etkilediğini fark ederek, “aslolanın” onu değiştirmek olduğunu ortaya koymuş ve bunun için eylemde bulunmuşlardır.
İşte bu kimselerden Rosa, bir kuşak öncesindeki yol göstericisine atıf yaparken aynı zamanda bu akışın nasıl bükülmesi gerektiğine dair bir fikir belirtmek kaygısındaydı:
“Friedrich Engels bir keresinde şöyle demişti, ‘Burjuva toplumu bir ikilemle karşı karşıyadır: Sosyalizme yönelme ya da barbarlığa dönme.’ Bu ifadeyi, korkunç anlamını kavramadan düşüncesizce okuyup yineledik… Bugün Friedrich Engels’in bir kuşak öncesinde kehanette bulunduğu gibi, korkunç önermenin önünde duruyoruz: Ya emperyalizmin zaferi ve tüm medeniyetin antik Roma’da olduğu gibi çökmesi, nüfusun azalması, ıssızlaşma, yozlaşma – bir büyük mezarlık. Ya da sosyalizmin zaferi, yani sınıf bilinçli uluslararası proletaryanın emperyalizme ve onun yöntemi olan savaşa karşı mücadelesi.”
Karşı karşıya olduğumuz durum en belirgin şekilde budur: Emperyalizmin bir paradoks halinde zapturapta dayalı zaferi için saldırganlığı ile onun bu derece keskinleşen saldırganlığının bir sonucu olarak krizi. Bu tam sömürü ve tam teslim alma gayreti ile bu niteliğin yarattığı krizi bir arada yaşıyoruz. Tüm dünyada baskıcı hükümetlerin ağırlığındaki artış; demokrasi, haklar ve özgürlükler üzerindeki büyük basınç gün geçtikçe daha kristalize bir şekilde yolumuzu kesiyor. Biz ise bunu görüyor ve buna karşı yol ve yordamın peşine düşüyoruz.
Kuşkusuz, Türkiye’nin ve dünyanın geleceği insanca bir yaşam için yeniden kurulacaksa bunda gençliğin yıkıcı ve yaratıcı gücü önemli bir yer tutacaktır. Bugün Devrimci Gençlik Dernekleri’nin tüm mücadelesi; “barbarlık içinde büyük bir çöküşe karşı” emekçiler lehine insanca yaşanabilir bir dünyanın kuruluşu için emperyalizmi ve Türkiye’de iz düşümü mahiyeti taşıyan işbirlikçi faşizmin yenilgiye uğratılması mücadelesidir. Nihayet, başta yaşadığımız coğrafyada faşizmin yenilgiye uğratılması ve tüm dünyada emperyalizmin yenilmesi için somut adımların yolunu bulmak bir görev olarak önümüzde duruyor.
Biz bu görevi, bir erdem ve onur ilkesi olmasının yanı sıra yaşadığımız hayatın anlamlı şekilde değişmesi için de üstleniyoruz. Eğer barbarlıktan kurtuluşun bir yolu bulunacaksa bu aynı zamanda gündelik hayatımızın sahici bir değişimi için de çıkış hattına tekabül edecektir. Eğer bir kere yaşıyorsak o halde şimdi burada içinden geçtiğimiz günlerde istediğimiz ve hak ettiğimiz gibi insanca koşullarda yaşayacağız. Ve bunun, aynı sahicilik düzeyinde kendi eserimiz olacağını biliyoruz. Tam da bu nedenlerle yaşadığımız sefalet ne kadar düzenin, emperyalizmin ve işbirlikçi gerici iktidarlarının eseriyse onu altüst edip yıkacak kudret ve onun yerine insanca yaşamı yaratacak irade de bizim kendi gücümüzle mümkün olacaktır. Bu biçimiyle tarihsel bir atıfla “her şeyi kendimizden beklediğimiz” bir devrimci çabayla çıkışın yolunu bulacağız. Kendi gücümüze duyduğumuz bu inanç yolun kalmadığının düşünüldüğü anda kendi yolunu açma iradesine karşılık gelecektir.
Demokratik bir ülke için…
Yukarıda en genel hatlarıyla tarif etmeye çalıştığımız hali, dünyanın Türkiye’sinde izlemeye, anlamaya çalışıyoruz. Ve daha önemlisi gördüğümüzü ve anladığımızı değiştirmeye çalışıyoruz. Bu bağlamda birincisi; Türkiye elli küsur yıllık geçmişinin ortaya koyduğu bir gerçekle emperyalist tahakküm altında sömürge tipi olarak tarif edilebilecek bir durumdadır. İkincisi, yirmi yıllık AKP iktidarı 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından darbelere yer aratmayacak darbenin muadili sayılabilecek bir tarzda örgütlenmiş, tüm demokratik hak ve özgürlükleri kıskacına almıştır. Üçüncüsü buradan çıkış AKP’nin yenilgisi ile aralanacak bir güzergahta hakim yeni sömürgeci ilişkiselliğin sonlandırılması ile mümkün olacaktır. Bu biçimiyle, bir dizi siyasal ilişkiselliğin sonucunda yeni sömürge tipi faşizmin yürütme kuvveti durumundaki AKP’ye karşı mücadele, bir başka deyişle demokrasi, adalet ve özgürlükler için mücadele; nihayet faşizmin yenilmesi, sömürge tipi ilişkiselliğin ortadan kaldırılması ile özcesi, bağımsızlık mücadelesiyle iç içe geçmiştir. Sadeleştirecek olursak; yaşadığımız coğrafyada bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin hatları birbiriyle iç içe geçmiş biri ile diğeri arasında kopmaz bir bağ oluşmuştur. O halde biz bu yolu takip ederek hareket edeceğiz.
Demokratik bir ülke kurma mücadelesinin ön saflarına tüm gençliği çağırırken bununla neyi kastettiğimizi bu yazı bağlamında sınırlı da olsa izah etmek niyetindeyiz. Yukarıda yaptığımız vurguları da takiben, belirtmek isteriz ki; AKP iktidarı sıradan bir hükümet değil faşizmin güncellenmiş biçiminin kurucu iktidarı ve yürütücüsü, emperyalizmin özel yetkili partisidir.
Dolayısıyla emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi ve haklarımız, özgürlüklerimiz için demokrasi mücadelesi AKP’ye karşı verilen mücadele ile başlar. Emperyalizme ve faşizme karşı bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi bugün için pratik olarak AKP/Saray rejimine karşı uzlaşmaz mücadeledir. İçinden geçtiğimiz tarihsel koşulda buna çok büyük bir önem vermek yerinde ve isabetlidir ancak bu hattın nihai noktası AKP’nin yenilgisi değildir. Yukarıdan aşağıya devlet eliyle örgütlenen faşizmin yıkılışı bu yanıyla bir devrim sorunudur. Devrimci mücadelede birliğini yaratacağımız gençlik, bugün AKP’nin yenilmesinden başlayarak soluksuz bir şekilde sömürgeci ilişkileri kırmak için mücadeleyi büyütecek ve yaşadığımız barbarlığın yerine yaşanabilir bir dünyayı kurmak için kavganın hep ön safında yer alacaktır.
Emekçi halkın en geniş kesimlerinin, bugünün ezilenlerinin söz, yetki ve karar hakkını etkin şekilde kullanabildiği; halkın kendi komitelerinin kurulmasıyla en geniş yetkilerle donandığı; barınma, ulaşım, beslenme, sağlık ve eğitim gibi temel insan haklarının karşılandığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün yaşanabildiği demokratik ülkeyi kurmak için mücadele edeceğiz.
Tam da burada, anlattıklarımızı, çalışma alanlarımızın en genişi, yani üniversiteler için yorumlamaya çalışacağız. Eğer bağımsız ve demokratik bir ülke mücadelesinden bahsedeceksek bu fikri ve mücadeleyi mayalayacağımız en geniş alanlar kampüslerimiz olacaktır.
Demokratik bir üniversite için…
Üniversiteler, uzak olmayan geçmişimizden bu yana gençlerin sorguladıkları, tartıştıkları, bilimsel üretimde bulundukları alanlarda bir araya gelmelerine ve memleket sorunlarına çözüm bulmak için örgütlenme zemini oluşturmalarına vesile olmuştur. Bu yanıyla bizim açımızdan pratikte oldukça önemli bir noktaya denk düşmektedir. Üniversite hakkında konuşmak, kampüslerimiz için söz söylemek ve hatta memleketin ahvalini bir kere de üniversiteden doğru okumak yanlış olmayacaktır. Burada önemi yadsınamayacak bir nokta bizim için pratik anlamı da büyük olan bu alanın memleketin sosyal, siyasal ve ekonomik durumu ile doğrudan bağlı olduğudur. Memleketten ayrı bir üniversite, üniversiteden ayrı bir ülke değerlendirmesi sağlıklı bir sonuca ulaşamayacaktır.
Her ne kadar bugün bu niteliği tartışmalı da olsa, özü itibariyle bilim üretme misyonuna sahip olan üniversite, toplumun aydınlanma ile bağı en kuvvetli olan kesimlerini yaratmaktadır. Elbette kapitalist düzende eğitimin kendisi tartışmalı bir konudur ve en doğru biçimlerin saf halde varlığından söz edilemez. Ancak üniversitelerin, dünyada ve tabii Türkiye’de toplumsal hareketin ivmelendiği anlarda bu devrimci muhalefete önderlik yaptığı tespiti abartılı olmayacaktır.
Üniversite, neoliberal dönüşüm olarak tabir edilen süreç ile dünya ölçeğinde de tarihsel kuruluş ilkelerinden giderek uzaklaştırmıştır. Neoliberal saldırı politikalarının bir amacı üniversiteleri piyasaya açmak iken diğer amacı da üniversitelerden yükselen gençlik hareketini bastırmak ve üniversiteyi ilerici unsurların yeşerdiği alan olmaktan çıkarmaktır. Toplamda üniversitenin bu dönüşümü, gerici siyasi baskının bir sonucu olarak üniversitenin bir bütün halinde tasfiyesine giden yolu açmıştır.
Üniversitelerin ilerici niteliğe sahip olmasının en temel koşullarından biri “özerklik”tir. Üniversite özerkliği kısaca iç yönetimine, işleyişine ilişkin kararlar almada, eğitim, araştırma ve diğer faaliyetlerde devletin bütün güçleri karşısında, karar alma mekanizmasındaki gerçek söz hakkı sahibi olan bileşenlerin bağımsızsızlıklarının tahsis edilmesidir. Bir kamu kurumu olan üniversitenin devletten bütçe almakla beraber, bilimsel üretimi devlet ve sermayeden bağımsız şekilde icra edebilmesi, kararların demokratik biçimde alınması, üniversite bileşenlerinin üniversiteye dair söz hakkına sahip olması, üniversitede piyasa yararına değil halk yararına bilim üretilmesi ve özgür düşünce ortamının sağlanabilmesi kısaca üniversitelerin sermaye ve iktidar karşısında bağımsızlığını koruyabilmesidir. Üniversite bileşenlerinin tamamının üniversiteye dair alınacak kararlarda söz hakkı olması, rektörün eşitler arasında birinci olması, üniversitenin piyasanın değil toplumun ihtiyaçlarını gözeterek bilim yapması ve kamu tarafından üniversitenin özgürce bilim üretebilmesi için yeterli bütçenin karşılanması, üniversite bileşenlerinin ifade özgürlüğüne sahip olması, kampüslerde öğrenci kulüplerinin kısıtlanmadan faaliyetlerini gerçekleştirebilmesi özerk-demokratik üniversitenin olmazsa olmazlarındandır.
Türkiye’de üniversite özerkliği 1946 Üniversiteler Kanunu ile resmiyete geçmiş ancak fiili anlamda hiçbir zaman tam bir özerklik sağlanamamıştır. 1950’li yılların üniversiteli gençlik eylemlerinin büyük kısmının merkezinde iktidarın üniversiteye yönelik müdahalelerine karşı üniversite özerkliğinin korunması yatar. 1980 darbesine kadar görece bir özerklikten söz etmek mümkün olsa da Yükseköğretim Kurumu ile birlikte üniversite özerkliği uygulamada tamamen rafa kaldırılmış üniversitelerin içi boşaltılmış, darbe kurumu olan YÖK, üniversite üzerinde de darbe gerçekleştirmiştir. Özerk-demokratik üniversite, bütçesinin kamu tarafından sağlandığı ve üniversite tarafından yönetildiği, yönetiminde de öğrenci ve akademisyen iradesinin belirleyici olduğu bir kurumu işaret eder kabaca. Bu da örgütlenme özgürlüğünün olduğu, öğrencilerin ve akademisyenlerin yönetim süreçlerine demokratik katılımının temel şartı olan parasız eğitimin (barınmadan ulaşıma tüm boyutlarıyla) ve iş güvencesinin hayata geçirilebildiği bir üniversite demektir. Bu talep ideal üniversiteyi tarif etmekten çok akademik-demokratik mücadelenin güncel başlıklarına vurgu yapar. Gençlik mücadelesinde ihtiyaç olan şey de ideal bir kurum tariflemek değil halk için üniversitenin asgari şartları ile mevcut durum arasındaki kontrastı vurgulamaktır. Parasız ve bilimsel eğitim, demokratik üniversite gibi mücadele başlıklarının özeti diyebileceğimiz bu talep “Devrimci Gençlik” geleneğinin mücadele programının temelini oluşturmuş ve hiçbir zaman da “mali özerklik” gibi sermayeye alan açacak anlamda ele alınmamıştır. Bu taleple bağlantılı olarak devrimci mücadele geleneğimizin temel muradı da gençliği düzen karşısında siyasal bir güce dönüştürme hedefinin araçlarını üretmektir.
AKP, darbenin eseri olan YÖK’ü dahi bir ayak bağı olarak görerek üniversitelere kılıcı bizzat kendisi sallamaya kalkmış durumdadır. Bu baskı politikalarındaki fiziki uygulamalarının en başına kuşkusuz kayyumları ve bir bütün olarak kayyumlar siyasetinde kristalize olan politikaları yazmak gerekecektir. “Başkanlık sistemi” olarak ifade edilen esasta halka ve gençliğe dönük baskı politikalarının kuralsızlık kuralına bağlı, hızlandırılmış ve Saray çevresine daraltılmış icra biçimi kayyumlar eliyle üniversitelerin üzerine karabasan gibi çökmüştür. AKP, KHK düzeninin gücüne güvenerek ve tüm memleket sathını olduğu gibi özel olarak üniversiteleri de kendi lehine dikensiz gül bahçesine çevirme gayreti içindedir.
Özerk-demokratik üniversite mücadelesini yalnız üniversiteden kurmaya çalışmak mutlaka bir yanıyla hep eksik olacaktır. Eğer üniversitelerde bir mücadeleden bahsetmek gerekiyorsa bu bir bütün olarak emperyalizme karşı bağımsızlık, faşizme karşı demokrasi mücadelesinin içinde gelişmek zorundadır. Dolayısıyla “demokratik üniversite”nin içeriğini oluşturan nitelik, bir bütün olarak demokrasi mücadelesidir. Bu bağlamda Devrimci Gençlik, özerklik dediğinde demokratik bir özerkliği ifade eder. Bu iki kavram da birbirine sıkı sıkıya bağlanmıştır.
Nihai olarak özerk demokratik üniversiteyi kurmak ve demokratik bir ülke yaratmak için bazı pratik süreçler tarif etmemiz gereklidir, bu bağlamda:
- Açık ki, üniversiteler, toplumsal muhalefetin en etkin yanlarından olan gençliğin sindirilmesi ve etkisizleştirilmesi çabası bağlamında AKP iktidarının tam bastırma ve sindirme politikasının önemli odaklarından biridir. AKP, geniş gençlik kesimlerini politikadan uzak tutmaya gayret ederken hem ideolojik ve kültürel saldırılar üretmekte hem de terör ve demagoji kampanyalarını devreye sokmaktadır. Bu gayretin belirli derecelerde başarılı olduğunu görmek ve esasen devrimci politikanın önemli noktalarından biri olarak, faşizmin çeşitli kitle pasifikasyonu yöntemlerine karşı da mücadele etmek olduğu bilincine varmak gerekmektedir. Bu nedenle gençliğin devrimci mücadelesi de çok yönlü ve çok boyutlu bir şekilde kavranmalı, araç çeşitliliği ve derinliği kazanılmalıdır.
- Özerk-demokratik üniversite mücadelesinin, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak emperyalizme ve faşizme karşı mücadele ile kader birliği içinde olduğunun vurgulanması önemli bir noktadır. Üniversitede yürütülecek mücadelede memleket sathındaki gelişmeler ve onlara ilişkin tavırlar açıkça ortaya konmalı, mücadelenin yalnız kampüsle sınırlı kalmasından sakınılmalıdır. Öğrencinin temel haklar mücadelesi, gençliğin politik özgürlük mücadelesini de görmeli; haklar ve özgürlükler mücadelesi bir bütün olarak kavranarak, mücedelenin bütünselliğine işaret edecek bir dil ve anlatım geliştirilmelidir.
- Devrimci Gençlik Dernekleri, en geniş gençlik kesimlerini başta emperyalizme ve faşizme karşı birleşik bir mücadele hattında buluşturmak ve buradan politik bir güç yaratmak istiyorsa bunun tıkanmış yollarını açacak bir iradeyi de inşa etmesi gerektiğinin bilincindedir. Bu bağlamda devrimci mücadele içindeki çalışmalarımızın tamamı, gerek Devrimci Gençlik geleneğinin öğretileri gerek buradan süzülerek belirginleştirilen “Gençliğin Mücadele Programı” gerekse de bu metinde ortaya konan somut gerçekliklerin izinde tarif edilen stratejiye bağlı taktiklerin geliştirilmesinin eseri olacak şekilde ele alınmalıdır. Her rüzgarda savrulan, aktüel gündemin peşinden sürüklenen değil Marx’ın “iyi kazmışsın köstebek” dediği tarife uygun bir emekçiliğin ısrarının örgütlenmesi önemlidir.
- Tüm bu tariflerin tamamı mutlaka aktüel siyasete müdaheleden doğru en genel politik hattın örüldüğü bir biçim almalıdır. Özcesi bugünü ıskalamadan ama yalnız onun peşinden sürüklenen “gönüllü bir kader mahkumu” olmadan, kendiliğindenciliğe ve bunun tabii sonucu olarak kitle kuyrukçuluğu gibi hatalı eğilimlere açıkça bir fark koyarak sürekli hareket halinde olmalıyız. Bahsettiğimiz konuları metinde birkaç satır olmaktan çıkarıp hayatı saracak bir sahicilik kılacak yegane şey söylediklerimizi yapmak için söylemek, yaptıklarımızdan öğrenerek ve üzerine koyarak tükenmeyen bir ısrar ve iradeyle mücadeleyi yükseltmektir.
- Tüm bu maddeler uyarınca yerelde ayağı yere basan, üniversitenin sorunlarını okuyarak buna karşı gençliğin kendi programı ile adım adım bir mücadele hattı örülmelidir. Bu mücadelenin yarına ertelenmeyeceğinin bilinciyle en yaygın şekilde örgütlenmek, üniversitenin her fakülte, birim ve alanında ancak bu örgütlülüğün demokratik bir üniversite kurmanın zeminini oluşturacağını ıskalamadan, gençliğin günün ihtiyaçlarına göre yaratıcı çözümleri oluşturması için kendi özgücüne güvenerek ciddi ve özverili bir planla hareket etmesi gerekmektedir.
Demokratik Ülke Demokratik Üniversite mücadelesinin yakıcı ve acil ihtiyaçlarını gözeterek özgür düşünce, bilimsel eğitimin üretildiği özerk demokratik üniversiteler için kampüslerde mücadeleyi yükseltmenin zamanıdır.