Faşizme karşı mücadele, ülkemizde günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası oldu. Faşistler kendilerinden olmayan herkese saldırıyor, haraç alıyor, vuruyor, öldürüyor. Böylelikle istiyorlar ki, herkes kendilerinden korksun. Hiç kimse onların zulmüne karşı çıkamasın. Geniş yığınları kandırarak saflarına kazanmak, bu da fayda vermeyince kendi düşüncelerini zorbalıkla kabul ettirerek, yani bir yılgınlık ve teslimiyet ortamı yaratarak güç kazanmak yolunu tutuyorlar. Bu doğrultuda, siyasi cinayetler her geçen gün artıyor. Ülkede sanki bir iç savaş yaşanıyor. Kahpece pusularda her gün yurtseverler öldürülüyor. Kan içmeye doymayan bu vampirler çetesinin azgınlığı dur durak bilmiyor. Fabrikalarda patronun tasmalı köpeği olup işçilere saldırıyorlar. Yoksul köylülerin karşısında toprak ağalarının kırbacı oluyorlar. Okulları, üniversiteleri işgal ediyor; can güvenliğine, öğrenim özgürlüğüne kast ediyorlar.
Bugün faşizmin bu saldırganlığı karşısında “bana dokunmayan, yılan bin yıl yaşasın” felsefesi hiç bir anlam ifade etmiyor, zarardan gayri. Çünkü, faşist çeteler, kendi emellerine hizmet etmeyen herkesi düşman belliyorlar. Onların vahşetine teslim olmayı kabullenenler dahi rahata eremiyorlar. Faşizme elini uzatan kolunu kaptırıyor. Daha fazlasını istiyor faşizm. Kölelik, daha fazla kölelik! Öyle ki, kendi saflarından ayrılmaya kalkanlara dahi yaşama hakkı tanımıyorlar, “davadan döneni” hemen vuruyorlar.
Hayat, bütün namuslu insanlara bir kez daha öğretiyor ki, “köpekli köyde değneksiz gezilemez”. Namuslu olmak, etliye, sütlüye karışmamak değil! Bugün namusun mihenk taşı, kanlı faşist saldırılar karşısında teslim olmamak, yiğitçe direnmektir.
Ülkemiz geçtiğimiz 2.5 yıl içinde 12 Mart döneminden geri kalmayan bir faşist baskı dönemi yaşadı. Bu dönem 250’den fazla genç, işçi, köylü, öğretmen, memurun öldürüldüğü, binlercesinin yaralandığı, tüm emekçi halktan yana güçlerin zulüm, baskı ve işkence altında tutulduğu iç savaş koşulları içinde geçti. Ve olup biten her şey, terör ve yılgınlık yaratarak, kitle temeli oluşturmaya yönelen faşizm karşısında biricik devrimci politikanın, aktif bir mücadele anlayışı temeli üzerinde kurulması gerektiğini doğrulamıştır.
Bu doğrulanan politika, hayatın her alanında faşizme karşı tavizsiz ve örgütlü mücadele sürdürmenin bir yurtseverlik görevi olduğunu göstermiştir. Bu görev, örneğin okullarda, faşist işgalleri kırmak için, demokratik ve özerk üniversite kavgasının başlıca biçimi olan can güvenliği, öğrenim özgürlüğü için ileri atılmaktır. Ve bu mücadeleyi yükseltmek için burjuvazinin şu yada bu kliğinin vaatlerine kanmadan, özellikle yaşadığımız günlerde “hak verilmez alınır” gerçekliğini hayata geçirmek, daha bir önem kazanıyor.
Çünkü seçimler sırasında emekçi halklarımızın hayati çıkarlarını savunur görünen CHP, şimdilerde hükümet olabilme uğruna gerçek yüzünü olanca açıklığı ile sergiliyor. İyi niyetli insanlar ise, CHP’nin bu istemleri karşılayacağı düşüncesine kapılıyor ve her şeyi CHP’den bekliyor. Ne var ki, CHP’nin hükümet oluş biçimini salt gazete manşetlerinden izleyenler dahi onun halkın değil, oligarşinin gündemindeki ekonomik ve siyasal sorunları çözmekle görevli olduğunu kavrayabiliyor. CHP, daha bugünden 12 Mart’ın “huzur” planlarını aratmayan tavrıyla verdiği vaatler konusundaki tutumunun ne olabileceğini göstermeye başlamıştır. Emekçi halkın aradığı huzur, siyasetin yasaklanması değildir. Halkımız faşistlerden hesap sorulmasını, faşist yuvaların dağıtılmasını istiyor. Özgürlük, can güvenliği ve siyasi demokrasi istiyor. Ama görünen köy kılavuz istemiyor. Çünkü CHP’nin bütün bunları sağlayamayacağı ortadadır. Faşizm, ülkemizde devlet yapısından kaynaklanıyor. CHP, sınıflar üstü devlet anlayışı ile, devleti tabulaştıran anlayışı ile, devlet içindeki faşist kurumların üzerine gidemeyecek, faşist yuvaları dağıtamayacaktır. Kimse bir CHP hükümetinin faşizme karşı mücadeleyi geçici de olsa gündemden kaldıracağını umut etmesin. Faşizme karşı mücadele güncelliğini sürdürecektir.
Ülkemizde anti-faşist mücadele, “faşizmin tırmanmasına” ya da “faşizm tehlikesine” karşı bir mücadele olarak sunulamaz. Türkiye’de SÖMÜRGE TİPİ FAŞİZM vardır. Bunun anlamı, emperyalizmin siyasi yönetimde de söz sahibi olmasında; emperyalizme bağımlı egemen sınıflar ittifakının (oligarşinin) faşizmi esas olarak yukarıdan aşağıya devlet kurumları aracılığıyla örgütlemelerinde görülmelidir. CIA, MİT, Kontr-gerilla, vb. kurumlar faşist yönetim metotlarının asıl uygulayıcılarıdırlar. MHP, Ülkü Ocakları, vb. sivil kurumlar işte bu devlet kurumlarına kitle tabanı yaratmaya hizmet ederler ve onlarca yönlendirilirler. Elbette farklı dönemlerde faşistlerin taktiklerinde de kısmi farklılaşmalar söz konusudur. Örneğin sivil faşist kuruluşlar, bir CHP hükümeti döneminde, geleneksel şiddet politikaları yanı sıra, sanki bir “halk muhalefeti” partisiymiş gibi, faşist DEMAGOJİ’yi alabildiğine yoğunlaştırıyorlar, yoğunlaştıracaklar. Bu “muhalefet” maskesiyle halktan yana görünen şiarları dahi kullanabiliyorlar. Bu faşist hareketlerin, seçimlerde de görüldüğü gibi, belli bir kitle tabanı oluşturmaları bu demagojilerini “meşrulaştırmayı” sağlayacaktır. Onların bu aldatmacaları da, siyasi gerçekleri açıklayarak ve ideolojik olarak teşhir edilmelidir.
Öte yandan, devrimciler elbette bugün emekçi halkların değil, fakat oligarşinin sorunlarını çözme ve istikrarı sağlama görevini üstlenen bir CHP hükümetinin yerine dahi, faşist MC güçlerinin insiyatifi tekrar kazanmaları doğrultusunu tercih edemezler. Ne var ki, buradan kalkılarak CHP’nin desteklenilmesi gibi, egemen güçlerin yanı başındaki bir tutum da kesinlikle savunulamaz. Böylesi, her şeyden önce, CHP’nin emekçi halkların çıkarına olmayan eylemlerinin desteklenmesi olurdu. Devrimciler, yalnızca, CHP’nin seçimler sırasında “vaat ettiklerini” ısrarla gündeme getireceklerdir. Faşist katillerden hesap sorulmasını, can güvenliği ve öğrenim özgürlüğünün sağlanmasını, demokratik hakların gerçekleşmesini talep etmeliyiz. Bütün bunları yaparken, unutmamalıyız ki, hak verilmez alınır! Bütün bu taleplerimizi aktif bir mücadeleyle gerçekleştirebiliriz.
Evet, faşizme karşı mücadele günceldir. Bir yandan faşizme karşı mücadeleyi hayatın her alanında örgütlemeli, yükselen anti-faşist halk eylemlerinin ön saflarında yer almalıyız. Öte yandan bu mücadeleyi proletaryanın bağımsız siyasi gücünün yaratılması doğrultusunda kavramalayız. Devrimci Gençlik olarak bu mücadelede üzerimize düşen görevleri yerine getirme konusunda kararlılığımız tamdır. Hiç bir şey bizleri DEVRlMCİ YOL’umuzdan döndüremez. Emekçi halkların kurtuluşuna kadar savaşacağız. Faşizmi yerle bir edecek ve halkımızı zafere ulaştıracak TEK YOL, DEVRİMdir.
(*) Bu yazı 30 Haziran 1977 tarihinde Devrimci Gençlik dergisinde yayımlanmıştır.