Oligarşik diktatörlük sıkıntılar içinde kıvranıyor. Emperyalizmin derinleşen bunalımına bağımlı olarak yeni sömürge ülkelerin çarpık ve dışa bağımlı ekonomileri daha bir şiddetli sarsılıyor. Ve bu sarsıntıların sistem içinde ilacı yok, tedavisi imkansız. Emperyalizmle bütünleşmiş tekelci burjuvazinin ayaklarını bastığı zemin, şiddeti her geçen gün artan bir şekilde sallanıyor.
Emperyalizme bağımlı, yukarıdan aşağıya tekelci biçimde geliştirilen çarpık kapitalizm bu ekonomik sarsıntıları atlatacak dinamiklere sahip midir? Ekonomik buhranı, dar boğazları, olumsuzlukları olumluya çevirebilen, sıkıntılara rağmen kendini yenileyerek nispeten düzgün büyüyen, gelişen bir yapı görünümünde midir? Bizim gibi ülkelerde kapitalizmin krizi süreklidir. Tekelci kapitalizmin genel olarak üretici güçlerin gelişmesine engel teşkil etmesinin yanı sıra, ülkemizdeki tekelci yapı kendi iç dinamikleriyle kendisini yenileme şansına sahip değildir; dışarıya göre “genişler“, dışarıya göre kendini üretir.
Ülkemizdeki kapitalizmin problemleri kısaca şunlardır: Kırsal alanda pazar tam olarak gelişmemiştir; toprak ağaları ve tefeci bezirganların mevcudiyeti söz konusudur. Finansman ve döviz güçlükleri, ekonomideki hastalığın, çarpıklığın göstergeleridir. Ekonomik dışa bağımlılık, hammadde (ara malları) sorunu; mevcut “montaj sanayiin” kaçınılmaz sonucudur.
Bu çarpık kapitalizm, kendi çarpıklığına “uygun” siyasi oluşumlar ortaya çıkarıyor. Tekelci burjuvazi, siyasi iktidarı zoraki müttefikleri ile paylaşıyor, toprak ağalarının ve tefeci bezirganların en irilerini kendi mihveri etrafında iktidara ortak ediyor. Bu çelişkili, zoraki ittifak (oligarşik diktatörlük) doğrudan doğruya ekonomideki çarpıklığın, tekelci burjuvazinin güçsüzlüğünün ürünü. Ekonomideki kriz üst yapıya bu biçimleniş içinde yansımaktadır. Tekelci burjuvazinin ayaklarını bastığı yeni sömürge ekonomisi sallandıkça kitlelerin artan sıkıntıları ve sömürülerine paralel olarak hakim sınıfların kendi aralarındaki çıkar çatışmaları keskinleşmektedir. Tekeller arası rekabetin artması ile oligarşinin tekel dışı unsurları bu çatışmada tekelci burjuvazinin hiziplerinden birinin safında, diğerine karşı yer alıyorlar (hangi tekel grubu kendilerine karşı daha tavizkar davranıyorsa onun yanında).
Oligarşinin iç çatışmaları, sömürüden pay alma ve kendi varlığını devam ettirme kavgaları, siyasi mücadelenin belirleyici yönünü oluşturuyor diyebiliriz. Varlığını devam ettirmek için ekonomik krizin yükünü sömürülen kitlelerin üzerine aktarmak ve biraz daha fazla sömürmek yolunu seçen tekelci burjuvazi, işçi sınıfının ve diğer sömürülen halk sınıflarının kendiliğinden direnişleriyle karşılaşmaktadır. Fiyat artışları yoluyla hergün ekmeğinin bir parçasını yitiren yoksul ve sömürülen yığınların hoşnutsuzluğu ve feryadı yükseliyor. Ancak bu kendiliğinden muhalefet, oligarşinin iktidarını tehdit eden örgütlü ve iktidara yönelik bilinçli bir siyasi eyleme dönüşmüş değildir. Sınıflar çatışmasının siyasi mücadelesi esnasında hakim sınıfların bütün örgütlülüğüne karşın halkımız bölük pörçüktür. Emperyalizme ve oligarşik diktatörlüğe karşı halkın demokratik iktidarını hedefleyen, işçi sınıfı ideolojisi temelinde örgütlenmiş bir siyasi parti yoktur. Bundan dolayı, böyle bir partinin önderlik ettiği, iktidara yürüyen halk hareketi oluşamamıştır. Ama buna rağmen halkın kendiliğinden direnişi hakim, sınıfların yönetimini zorlaştırmakta, onların ekonomik-demokratik düzeydeki talepleri dahi hakim sınıfları güç duruma sokmakta, kendi cılızlığının sonucu, sık sık yönetemez duruma düşmektedir.
İşte bu anlamda, siyasi çatışma platformunda izlediğimiz oluşumların sebebi, halkla oligarşi arasındaki iktidar çatışması değildir. Oligarşinin içine yuvarlandığı siyasi kriz, ekonomiden kaynaklanan, yukarıda değindiğimiz özellikte bir kapitalizmin kendi içinde tedavisi imkansız hastalığının bir ürünü olarak ortaya çıkıyor. İktidar alternatifi bir halk hareketi olmadığı halde oligarşi kendi kendine yönetemez duruma düşüyor. Tekeller arasındaki çatışmalar siyasi krizlerin sebebi oluyor.
MC, hakim sınıfların siyasi olarak yönetemez duruma düşmelerinin eşiğinde bulabildikleri hükümet çözümüdür!
MC iktidarını düşünürken, MC’nin varlık sebebini doğru saptamak gerekiyor. MC, tekeller arası çatışma tabanına dayanan bir kuruluştur; tekelci burjuvazinin iç çatışmalarını yansıtan ve bu çatışmalara rağmen (bu çatışmaları bertaraf etmek, hiç olmazsa uzlaştırabilmek yoluyla) tekelci burjuvazinin iktidarının mümkün olan (veya gerçekleştirilebilen) bir biçimidir.
MC, oligarşinin belkemiğini oluşturan tekelci burjuvazinin çıkar çatışmalarından dolayı siyasi olarak yönetemez durumunun eşiğinde bulabildiği hükümet çözümüdür. Oligarşinin tekel dışı unsurları tekeller arası çatışmalarda bir tekel hizbinin yanında saf tutarak çatışmaya katılıyorlar demiştik. Fakat bu tekel dışı unsurların herhangi bir tarafa ağırlık koyması bile çatışmayı kesin kazanmak için yeterli bir avantaj sayılamaz. Tekeller arası, çatışmanın karakterine uygun bir çözüme ulaşabilmesi için bir tarafın diğer tarafı ezmesi veya en azından sesini çıkartamaz duruma sokabilmesi gerekir. MC hükümeti, oligarşi içindeki çatışmaların (kısa da olsa) böyle kesin çözümünün ürünü bir hükümet değildir. MC bu çatışmaların geçici çözümünün ürünüdür (1). Bu çatışmalardan dolayı kurulabilmiş bir hükümetin devam edebilmesi de oligarşi içindeki çatışmaların bu çözümsüzlüğünün devam etmesi ve müzminleşmesine bağlıdır.
Diğer yandan, MC hükümet çözümü de bu çatışmaların bir uzlaşması sayılmalıdır, şöyle; çatışan tarafların kesin hesaplaşmayı ertelemekte zımni anlaşması temelinde bir uzlaşmadır. Tekelci burjuvazinin, sosyal varlığından endişe etmesinin sonucu ortaya çıkmış bir durumdur. Onun güçsüzlüğü ve ekonomik problemleri bir taraftan kendi içinde çatışmayı keskinleştirir, çözümü güç ve kaçınılmaz hale sokarken, diğer taraftan da bu çatışmaların karakterine uygun çözümde elinin titremesine yol açmaktadır. İşte böyle bir durum MC hükümetinin varlık şartıdır. Gerçi MC hükümet çözümü, tarafların çıkarlarına “eşit” olarak hizmet eden bir çözüm değildir. Taraflardan biri bu çözümden daha fazla yararlanmaktadır. Ancak her iki taraf da çıkar hesaplarını kısa da olsa halletmiş değildir. Çözümsüzlük taraflar için gündemdedir.
Daha MC kurulmadan önce bu, çözümlenmesi geciken çelişkilerin ızdırapları çekilmekte idi. Çözüme ulaşılamaması olayı yavaş yavaş MC ortaklığı gibi, tekelci burjuvazinin hiçbir kanadını tam olarak memmun etmeyen, ama ehven-i şer cinsinden, bugünden yarına çökeceği beklenen, kararsız; sallanan bir hükümeti ortaya çıkardı. MC hakkında çok şeyler söylendi, çok şeyler yazıldı. “üç ay dayanamaz” dendi. Hatta bir zaman gazeteler “bugün çöktü, yarın çökecek”, “ha çöktü, ha çökecek” diye yorumlar getirdi durdu. Böyle yorumlar hala devam etmektedir. MC’nin varlık sebebi anlaşılamayınca bu türden günlük yorumlar olağandır. Ve iki yıldır hükümetin devam ediyor olması, anlaşılamaz görünebilir. Hatta bazılarına tesadüf gibi gelebilir. Aslında hükümetin devam ediyor olması temel bir sebebe bağlıdır. O da yukarıda açıkladığımız, oligarşinin içindeki devam eden çatışmalardır; bu çatışmaların nihai çözümünün açıkladığımız sebepten ötürü mümkün olmamasındandır.
MC kan dökmeden yaşayamaz!
MC gibi bir hükümetin ayakta kalabilmesi için, bu temel sebepten kaynaklanan bir dizi çatışmaya daha ihtiyacı vardır. En önemlisi, ülkede bir sertlik ortamı yaratmaktır. “Sol tehlike“, “komünizm tehlikesi” demagojisini yaygınlaştırmak, oligarşi içindeki çıkar çatışmalalarının üstünü örtmek, ortak düşmana karşı, sola karşı, komünizme karşı cihat açmak yolu ile, ihtiyaç duyduğu ortamı yaratmak; MC’nin vazgeçemeyeceği bir işti ve öyle yaptı. Bir vampirin kan içmeden yaşayamayacağı gibi, MC ortaklığı da böyle bir sertlik ortamı yaratmadan, bir bütün olarak halkı daha fazla ezmeden, daha fazla sömürmeden ve bu kanlı sömürünün tehlikeye girdiği inancını hakim sınıfların kafasına sokmaya çalışmadan yaşayamazdı.
MC iktidarından bu tarafa yaşanan süreç şöyle bir gözden geçirilsin: Özet olarak, görünen tablo bir iç savaş tablosudur. Ama öyle bir iç savaş ki, -MC’nin ihtiyaç duyduğu yaşamak için yaratmak zorunda olduğu- oligarşinin resmi ve sivil savaşçıları örgütlü bir biçimde halka saldırmaktadır. Düzeli ve programlı bir saldırıdır bu. İpler kesinlikle ellerinde, inisiyatif onlarda. Bu saldırı karşısında halk bölük pörçük, sistemsiz bir savunma içine giriyor. Bu savunma doğru ve kararlı bir önderlik altında disipline edilemiyor.
Sömürge tipi faşizmin uygulaması, en kör gözlerin bile görebileceği bir biçimde hüküm sürüyor. Faşist çeteler devlet tarafından örgütlendirilip halka saldırtılıyor. MC hükümeti döneminde faşist katillerin öldürdükleri ve yaraladıkları insanların sayısını herkes unutmuştur. Faşist saldırı ve cinayetler günlük, basit olaylar haline gelmiştir. İşkence tezgahları hiç de 12 Mart döneminden farklı çalışmıyor. Üniversiteleri faşistleştirme politikası bütün şiddeti ile devam ediyor ve bu politikanın sonuçları ortada: Üniversiteler faşistlerin işgaline bırakılmak isteniyor; polisle beraber faşist çeteler gençliğe bütün güçleriyle saldırıyorlar; üniversitelerde faşizmin saldırısı altında öğrenim yapılamıyor, öğretmen okullarındaki uygulamalar ortada; işçiler, memurlar, öğretmeler üzerine saldırılar her geçen gün artıyor…
Peki bütün bu kanlı saldırılar, MC’nin açmış olduğu anti-komünizm savaşı, döktüğü bu kadar kan, öldürdüğü bu kadar insan onun derdine derman oluyor mu? Oligarşinin iç çatışmalarına çözüm getiriyor mu? Hayır getirmiyor, aksine bu çatışmaların çözümünü geciktirdiği için daha da müzminleşmesine yol açıyor. MC’nin bu halk düşmanlığı, istediği kadar “milliyetçi” maskeler takmaya çalışsın, istediği kadar “mülkiyetçilik” demagojisi yapsın, her gün biraz daha teşhir oluyor; halkın her geçen gün biraz daha öfkesini ve bilincini artırıyor.
Yeni çözümlere doğru
MC hükümetinin kişiliğinde, oligarşinin yönetemez hale gelişini gözlemekteyiz. Tekelci burjuvazinin ekonomiden kaynaklanan yönetim buhranı devam ederken, buhranın çözüm yolları üzerinde de bir anlaşmazlık olduğunu tespit ediyoruz. Tekelci burjuvazi, kurumsal faşizmin sağladığı imkanlarla, uzun sürede ekonomik ve siyasi krizin üstesinden gelemeyeceği yolunda bir düşünceye sahiptir. O bakımdan, “devlet iktidarı içinde faşist kurumlaşmanın her geçen gün sağlamlaştırılması ve faşist kurumlaşmayı devlet iktidarının bütünü haline getirme, bugün tekelci burjuvazinin bütün kanat ve grupları için stratejik siyasi programdır“(2). Ancak, kısa dönemde buhranın çözüm yollan üzerinde anlaşmazlık içinde oldukları da bir gerçek. Oligarşinin bir kanadı kısa sürede yukarıdan aşağı açık faşizm çözümünü dayatıp duruyor. Ve bu çözüm yolunda diğer kanadı ikna etmek için hepimizin gözlediği saldırıları gündeme getiriyor. Uzun süredir böyle bir çözüm için çabaladı durdu. Bu olay, halkın oligarşiyle çelişkilerini artırdı ve su üstüne çıkarttı. Halka saldırılar, oligarşinin biraz daha tecrit olmasını doğurdu. Ama bir açık faşizme geçişi beceremedi.
Bir açık faşizm uygulamasının, tekelci burjuvaziyi daha da güç duruma sokacağını, halkla çelişkilerini artıracağını ve tamamen tecrit edeceğini bilen diğer kanat böyle bir çözüme yanaşmıyor. Böyle bir çözüme ulaşılamamasının diğer bir sebebi de, bu çözümün, sömürü paylarının karşı tarafın lehine bir ayarlamasını içermesidir.
Bir yıl kadar önce, tekelci burjuvazi açık faşizm tehdidini iktidar krizini çözmede bir araç olarak kullanıyor diye yazmıştık. Bu yolda önemli adımların atıldığını bugün söyleyebiliriz. Bugün artık açık faşizm çözümü ikinci plana itilmiş bulunuyor. Tekelci burjuvazi yeni çözümler aramakta; 1977 seçimlerini iktidar krizini çözmede bir yol olarak denemeye karar vermiş bulunuyor.
CHP’nin oynadığı rol
Bir yıl önce şunları söylemiştik: “…iktidar krizini çözmede, kanatlardan birinin (tekelci burjuvazinin) kuyruğuna takılmış bulunan CHP ne diyor? O da “demokratik” rejimi savunma temelinde AP ile ortak hükümet kurabileceğini söylüyor. Bunu İstanbul sermayesi özellikle istiyor. AP-CHP koalisyonu gerçekten “demokratik” rejimi kurtaracak mıdır acaba? AP-CHP koalisyonu gerçekten neyi kurtarabilir?.. Ekonomik krizden çıkma ümidi içinde yaşayan tekelci burjuvazinin, kitlelerin direncini daha kolaylıkla karşılayabilmesini; anti-demokratik uygulamalara bugün için geniş yığınların gözünde demokrasiden yana, “halk”tan yana bir “umut” olma durumundaki CHP’yi ortak ederek, kitlelerin demokratik muhalefetini etkisizleştirmesini, krizden, CHP’nin sağIayacağı kitle desteği ile, (veya şöyle söylersek daha doğru olur) CHP’nin kitle hareketlerini pasifize etme desteği sayesinde çıkabilmesini; ekonomik krizin yükünü böylece kitlelerin sırtına aktarabilmesini sağlar, “
“…CHP’nin merkez yönetimi, tekelci burjuvazinin bir kanadıyla uzunca bir süreden beri içti dışlıdır diyebiliriz. Ve hatta diyebiliriz ki, bugün CHP’nin politikasını, bu içli dışlı olduğu tekelci burjuvazi yönlendiriyor. Bu kuzu postundaki kurdun, oligarşinin kısa dönemli programının gerçekIeştirilmesi yolu üzerinde ayrıca iktidar krizini çözmede başvurduğu en önemli siyasi araç haline gelmiştir-CHP” (3).
Bir yıl önce söylenen bu sözlerin bugün için anlamı daha bir açık hale geldi. CHP’deki değişim daha açık seçik gözlenebiliyor. Çünkü, CHP kurultayına giderken parti içinde olup bitenler, gazetelere yansıyan çatışmalar, alınan sert tedbirlerle parti içinde sol muhalefeti bastırma gayretleri, küçük burjuvazinin siyasi istemleri doğrultusunda bir muhalefeti anti-demokratik yöntemlerle yok etme çabaları belirli sonuçlar doğurdu. Seçimlere hazırlık kurultayı olan geçtiğimiz kurultayda CHP iktidara gelme tedbirlerini aldı. Ama nasıl tedbirler? Tekelci burjuvaziye güven verecek cinsten tedbirler… Kurultay, tekelci burjuvazinin bir kanadının doğrudan adamları diyebileceğimiz ekibin zaferi ile sonuçlandı. Kurultayda küçük burjuvazinin derli toplu bir varlığı bile görülemedi. Kaybeden liste, politika olarak ve ilkeler bakımından kazanan listeden farklı değildi. Ama, sol olarak lanse edilebilmiş, parti içindeki muhtemel sol muhalefeti ortadan kaldırmayı becerebilmiştir. Nitelik olarak, kazanan ve kaybeden listelerin farkı yoktur. CHP’nin programı ile sanayicilerin programı arasındaki paralellik, pek çok noktada aynılık, Ecevit sanayicileri ikna ediyor propagandası olarak basında yansıtılmıştır.
Kurultayda Sosyalist Enternasyonal’e katılma kararının alınması da, tekelci burjuvaziye ve emperyalizme bir garanti verme anlamından başka türlü yorumlanamaz. Avrupa’nın emperyalist tekelci burjuvazilerinin partileri olan hatta çoğu iktidarda bulunan “sosyalist”, sosyal demokrat ve “işçi” partilerinden oluşan “sosyalist” Enternasyonalin emperyalist bir karaktere sahip olduğu ve uzaktan yakından sosyalizmle alakası olmadığı gün gibi ortadadır. Mesela İsrail’in siyonist ve emperyalist iktidar partisi de bu enternasyonale üyedir. CHP bu yolla tekelci burjuvaziye ve emperyalizme jest yapmış oluyor. “Ben öyle iddia edildiği gibi solcu falan değilim; benim solculuğum halkı kandırmak için bir demagojidir. Halk iktidarı lafını bir demagoji oIarak kullanıyorum ve bu yolla halkın gerçek çıkarları doğrultusunda örgütlenip, siyaset yapmasına engel oluyorum. Ben esas olarak tekelci burjuvazinin en akıllı temsilcisiyim” demek istiyor.
Bu ısrarlı çabalardan sonra tekelci burjuvazi niye CHP’den korksun? Niye CHP’yi kendi aracı olarak düşünmesin?! Tabi ki CHP bu gelişmesiyle halkın umudu olmaktan çıkıyor. Yeni sömürge ekonomisinde, sallanan, ayakta durmak için çırpınan, emperyalizmle bütünleşmiş tekelci burjuvazinin umudu haline geliyor. Daha bugünden tekelci burjuvazi için CHP büyük umut olmuştur.
Gelişmeler hangi yönde olacaktır
Tekelci burjuvaziye verilen bu umutla beraber, açık faşizm çözümünü ikinci plana ittiği, seçimleri iktidar krizini çözmede bir yol olarak denemeye karar verdiği bugün, gelişmeler hangi yönde olacaktır?
Kurumsal faşizm halka baskı ve terör uygulamaya devam edecektir. Faşist milislerin güvenlik kuvvetleriyle koordine saldırıları sürecektir. Bu saldırıları tekelci burjuvazinin bir kanadının eylemi olarak değerlendirmek yanlıştır. Bir bütün olarak, tekelci burjuvazinin devlet iktidarını faşistleştirme politikasının sonucu olarak değerlendirmek zorunludur. Bu yolla faşizme kitle temeli yaratmayı, nispi demokrasi unsurlarıyla değiştirmeyi amaçlayan emperyalizmin ve tekelci burjuvazinin faşist taarruzu sürecektir.
CHP’nin iktidara gelmek için, genel seçimlerden iktidar olarak çıkma hesaplarıyla, faşizmin saldırısını, MC’nin uygulamalarını seçim propaganda malzemesi olarak değerlendirmek ve kullanmak işinden başka birşey yaptığı yok. CHP’nin üniversitelerin kapatılması politikası, “işte MC üniversiteleri okunamaz hale soktu” propagandasından başka bir amaca hizmet etmiyor. Halbuki, üniversitelere yönelen polis-faşist organize taarruzu, buraları faşist yuvalar haline getirmek ve gençlik kitlesi içinde terör yoluyla taban elde etmek, terör yoluyla kitleyi tarafsızlaştırmak, pasifize etmek, sesini çıkaramaz hale sokmak amacına hizmet ediyor. Bunun önüne ancak gençlik kitlesini aktif bir biçimde anti-faşist mücadeleye sokmakla geçilebilir; yoksa üniversiteyi kapatıp faşistlere boyun eğme yoluyla değil. Bunun gibi, faşizmin halka saldırıları karşısında CHP, halkı, “genel seçimlere kadar sabredin ve seçimlerde bize oy verin” diyerek pasifize ediyor. Halkı savunmasız bırakıyor. Umutlarını CHP’ye bağlamaları ve beklemelerinden başka bir şey önermiyor. CHP’nin bu politikası, oligarşinin saldırgan politikasını tamamlayarak onunla uyuşuyor. Faşizmin saldırıları, halkın bölük pörçük olmasını, direncinin kırılmasını, kendini savunamaz bir durumda teslim olmasını, itaat etmesini hedefliyor. Bu yolla oligarşi, iktidarını tehdit edecek bir halk hareketine engel olmak istiyor. Oligarşi, iktidar alternatifi bir halk hareketinin örgütlenmesine engel olmak, halkın düzen partileri safında toplanmasını sağlamak sonuçlarını elde ederek amaca ulaşacağını çok iyi biliyor. İşte, CHP’nin teslimiyet öneren politikası bu bakımdan faşizmin politikasıyla çakışıyor. CHP “halkın saflarından” faşizmin değirmenine su taşıyor.
Görevlerimiz
Bugüne kadar olduğu gibi, halkı faşizme karşı aktif mücadeleye sokmak için çalışmalıyız. Devam edecek olan faşist saldırılar karşısında halkın bölük pörçük, sistemsiz ve örgütsüz savunmasını toparlamak, onu örgütlü bir savunma durumuna dönüştürmek için yoğun bir çalışmaya daha bilinçli devam etmeliyiz. Sonra, halkın aktif savunmasını, sistemli ve örgütlü savunmayı faşizme karşı bir karşı-taarruz biçimine yükseltebilmek için bugünden bütün çabamızla çalışmalıyız. Bu çalışmalarımızda önemli sayılacak başarılar elde etmemiz, “halkın umudu CHP” hayallerini yıkarak, ilerlememize sıkı bir biçimde bağlıdır. Halka CHP’nin bugün tekelci burjuvazinin umudu haIine geldiğini anlatmalıyız. CHP iktidarıyla faşizmin yenilemeyeceğini; CHP’nin halkı faşizme karşı savunmasız ve silahsız bırakarak hakim sınıfların gaddarca sömürü ve zulümlerini kolaylaştırıcı bir rol oynadığını açıklamalıyız.
Ayrıca, CHP hükümet olsa ne olacaktır? Devlet içinde örgütlü faşizm yok olacak mıdır? KSD’ciler ve diğer bir çok grup bir CHP iktidarıyla faşizmin tehlike olmaktan çıkacağını düşünüyorlar(4). Herhalde faşizmi MHP olarak görüyorlar; “…hazır iktidarda söz ve pay sahibi olma…” sözIerinden bu anlaşılıyor. Aynı zamanda, faşizmi tekelci burjuvazinin bir kanadının desteklediğini ileri sürebiliyorlar. Bir CHP iktidarıyla MİT, kontrgerilla, CIA’nın ordu ve güvenlik kuvvetleri içindeki faaliyetleri son bulacak mıdır? İşkenceciler cezalandırılacak, devlet kurumlarından atılacak mıdır`? Kısacası devlet içinde yerleşik faşizme dokunabilecek midir, yok edebilecek midir? Hiç sanmıyoruz. (Hükümet ettiği zamanda CHP, bir işkenceci doktor üsteğmeni bile tayin ettirememiştir.)
Olsa olsa CHP iktidar olunca, devlet içindeki faşist kurumlar eylemlerini, şiddete nispeten az yer vererek sürdürürler veya bir adım geri atarlar (veya saldırılar artabilir). Ama hiç bir zaman bunlar bir CHP iktidarı ile sökülüp atılamazlar. Şu veya bu siyasi sebeple her zaman işletilmeye, en gaddarca işletilmeye hazır bir biçimde hayatlarına devam ederler. O halde böyle bir durum faşizme karşı mücadeleyi gündemden kaldırır mı? Hayır. Bir takım insanların zannettiği gibi, bir CHP iktidarı faşizmin yenilgisi değildir. Faşizmin yenilgisi ancak halkın demokratik iktidarıyla mümkün olabilir. Sözünü ettiğimiz tür bir gelişme tabi ki bizim faşizme karşı mücadele taktiklerimizde bir takım değişiklikler ortaya çıkaracaktır. Örneğin, bu faşist çetelerin yok edilmesi, işkencecilerin cezalandırılması, faşist kurumların ortadan kaldırılması için daha etken ve insiyatifli bir çabaya girmek gerekecektir.
Halkın anti-faşist mücadelesini örgütlemek, bu mücadeleyi demokratik halk iktidarı çözümüne götürebilmek, anti-emperyalist, anti-oligarşik devrim programını oturtabilmek yolunda “sol”dan gelen çok önemli engellerle de uğraşmak durumundayız. Bunların başında, halka hedef şaşırtan, mücadeleyi saptıran siyasetlerle uğraşmak geliyor. Bu yanlış siyasetlerin etkilerini asgariye indirmeliyiz. Anti-faşist mücadelenin karşısına “provokasyon mantığı” ile çıkan, pasifizm öneren, mücadeleyi “burjuva demokrasisi”ni koruma ve geliştirme olarak kavrayan, dolayısı ile kitlelere faşizm karşısında teslimiyet öneren revizyonist politikalarla uğraşmak, onları etkisizleştirmek gerekiyor. Yine “sosyal emperyalizm”, “sosyal faşizm” teorileriyle hedef şaşırtan; hatta esas mücadele, “yükselen ‘sosyal emperyalizme’ ve ‘sosyal faşizme’ karşı olmalıdır” diyen gruplara karşı yoğun bir ideolojik mücadele verilmelidir.
(*) Bu yazı Devrimci Gençlik Dergisi’nin 24 Ocak 1977 tarihli 16. sayısından alınmıştır.
(1) Bu çatışmaların somut ekonomik kaynakları, ekonominin dayandığı dar boğazda tekel grupları için vazgeçilmez çıkarların neler olduğu, ayrı bir yazı konusu olmalıdır.
(2) Devrimci Gençlik Dergisi. Sayı 5, ‘Başyazı’,
(3) Devrimci Gençlik Dergisi. Aynı yazı.
(4) “…Bugün oligarşiye karşı değil ama faşizme karşı yanımıza çekebileceğimiz güçler hiç de az değildir… Fakat faşizm bir tehlike olmaktan geçici olsa da çıkınca, ille de anti-oligarşik mücadelemiz başarıya ulaşacaktır diye bir zorunluluk yoktur.” (AYÖD ve Görüşlerimiz broşürü)
Bu ileri(!) görüşlü arkadaşlar, faşizmin “iktidarda söz ve pay sahibi” olmasıyla herhalde MHP’yi kastediyorlar. Dolayısıyla MHP’siz veya MC dışında bir hükümeti, yani CHP hükümeti faşizmi iktidardan düşürecek, onu tehlike olmaktan çıkaracak zannediyorlar.