Halk Yığınlarının Anti-Faşist Mücadelesine Devrimci Bir Öz Kazandıralım
Cephe ortakları arasındaki sürtüşme ve çatlakların su yüzüne çıkmaya başladığı bir zamanda üniversiteler birer ikişer yeni bir öğrenim dönemine giriyor.
Milliyetçi Cephe ortaklığı çelişmeli bir ittifaka dayanıyor. Onların arasında gerçekte önemli çıkar çatışmaları vardır. Bu çıkar çatışmalarına rağmen, bu ittifak komünizm tehlikesi gibi bir heyula yaratılması sayesinde kurulabilmiştir. (MC’nin oluşturulduğu dönem hatırlansın. Ecevit’in hükümetten ayrılmasından sonra komandoların ülke çapında saldırıya geçtikleri, ayrıca CHP toplantılarına da beklenmedik şekilde saldırılarda bulundukları görülmüştü. Bu saldırıların en önemli amacı, burjuvazinin ve diğer gerici sınıfların bir “sol tehlike” korkusuna kapılmalarını sağlamaktı. Bu suretle 1970’lere gelirken parçalanmış bulunan geleneksel gerici ittifak, geçici bir uzlaşma ile bir araya geldi). Bugün proletaryanın bir iktidar alternatifini oluşturamadığı bir dönemde bu “büyük korku” CHP’nin dahi bir “sol” düşman olarak gösterilebilmesi ile sağlanabilmektedir.
Apaçık ortadadır ki bugünkü cephe ortaklığının en önemli varlık şartlarından blr tanesi, faşist terörle sağlanan sertleşme ortamıdır. Bu cephe tıpkı bir vampir gibi kan içmeden yaşayamaz.
İşte bu nedenle 1-2 aydır yaşanılan nispi durgunluk ortamında cephe ortakları arasındaki sürtüşme ve gevşemenin belirginleştiği şu günlerde, faşist saldırıların yeniden hız kazanması beklenmelidir ve bunun ilk belirtileri de görülmeye başlamıştır. Kuşku yok, bugün MC’nin yaşayabilmesi için daha çok sertliğe ihtiyacı var.
Bu durum faşist terörün mevcut kurumsal faşizmin bir unsuru olması durumunu ortaya koyar. Burjuvazi, iktidarını sürdürebilmesi için faşizme dayanıyor, burjuva demokrasisi metotlarını değil, faşist yönetim metotlarını uyguluyor.
Bu durumun yanında önemle vurgulanmalıdır ki, faşist terörün artması ve mevcut kurumsal faşizmin derinleşmesi, hemen hemen her zaman bir açık faşist diktatörlük eğilimini de beraberinde getirmektedir. Faşist uygulamalar derinleştikçe, bu sertleşme ortamı içinde daima bir darbe ya da başka bir yolla iktidar arayan açık faşist diktatörlük eğilimleri de gündeme gelecektir. En çok önem taşıyan noktalardan bir tanesi, anti-faşist mücadele görevleri arasında daima güncel olanı doğru olarak tespit edebilmektir.
Her şeyin faşistlerin saldırılarının yoğunlaşacağını gösterdiği yeni bir döneme girerken, dergimizin önceki sayılarında pek çok kez ele alınan bu tespitler ışığında Devrimci Gençlik eyleminin somut soıunlarını incelemeliyiz. Daha önce, “Devrimci Gençlik! Yükselen anti-faşist halk eylemlerinin ön saflarına” başlıklı yazıda bu konuda ileri sürülen tespit ve değerlendirmeler bugün de geçerliğini ve güncelliğini sürdürmektedir.
Bu değerlendirmelerin, bugün o zamandan farklı olarak ortaya çıkan Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu unsuru ile birlikte ve Devrimci Gençlik öncülüğündeki anti-faşist gençlik eyleminin sorunları açısından bir kere daha gözden geçirilmesi ve karşılaşılacak sorunlara somut ve doğru çözümlerin bulunmasına yardımcı olacak bir perspektifin iyice kavranılmaya çalışılması faydalı olacaktır.
7. sayıda adı geçen yazıda gençlik eylemlerinin üniversitelerin dar sınırlarına hapsedilmesi durumundan kurtulmak gereği ileri sürülerek, “devrimci gençlik eylemi, faşizme karşı en geniş halk yığınlarının direniş ve mücadele gücünü yükseltecek ve örgütlendirecek bir perspektiften ele alınmalıdır” denmekte ve mücadele şiarlannın gelişen yeni somut durumlara uyacak şekilde tek yanlılıktan çıkartılması gereği üzerinde durulmakta idi. Şimdi bu noktalar üzerinde tespitlerimizi derinleştirmeye çalışalım.
İlk konu, gerçekte emekçi yığınlara yönelme zorunluluğunun bir ifadesidir. Gençlik mücadelesinin kendi başına başarı şansı yoktur. O, ancak halkın davası ile birlikte zafere ulaşabilir ve ona yardımcı olduğu ölçüde başarılı sayılmalıdır. Eylemlerimizin devrimci olup olmadığının biricik kriteri budur.
Herhangi bir “devrimci hareket” ne kadar doğru görüşlere dayanırsa dayansın, eğer o hareket gerçek sınıf temellerine oturmamışsa, emekçi sınıfları kucaklayıp, onlarla canlı bağlar kurmamışsa; o hareketin giderek bozuma uğramamasına, sağa ya da sola sapmamasına, nihayet yanlış bir siyasi çizgi temelinde ilerleyerek proletaryanın karşısına bir engel olarak dikilmemesine imkan yoktur(1) .
Bugün sol hareket, emekçi sınıflar arasında sol fikirlerin hızla yaygınlaştığı bir tarihsel evreyi yaşıyor. Bu gelişme, 1971 devrimci atılımlarının sosyalizm kavramını en geniş emekçi yığınları nazarında bir laf olmaktan çıkartan karakterinden gelme bir gelişme olarak da kabul edilmelidir. 12 Mart dönemi solunda gözlenebilen en belirgin özelliklerden bir tanesi, onca bölük pörçüklüğün ortasında devrimci düşüncelerin emekçi halk yığınları arasında hızla yaygınlaşmakta olmasıdır. Bugün hakim sınıfları tedirgin eden en önemli konulardan bir tanesi de solun bu potansiyel güçlenmesidir. Bununla birlikte, bugün devrimci harekete emekçi kökenli katılımların her zamankinden daha fazla olmasına rağmen ülkemizde genel olarak sol hareketin bir aydın hareketi özelliğini esas olarak koruduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Kısaca tekrarlarsak, bugün devrimci hareketin sağlıklı gelişme koşullarına ulaşması için sadece doğru bir siyasi çizginin tespiti yeterli görülmemeli; emekçi sınıflara yönelme, ülkemiz solunun geçirdiği tarihsel gelişme açısından da doğru kavranmalıdır.
Faşistlerin saldırılarının geriletilebilmesi için emekçi yığınların anti-faşist eylemlerini örgütlemek, onun en ön saflarında yer alarak yönlendirmek, bu suretle onun aktif bir devrimci temele oturmasını sağlamaya çalışmak, bu doğrultuda devrimci gençliğin en geniş emekçi halk yığınlarıyla birleşmesi için mücadele etmek: Bugün anti-faşist gençlik hareketinin somut gereksinmelerinden doğan bu tespitler, devrimci hareket açısından da bir tarihsel gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır. “O halde Devrimci Gençlik Hareketi halk yığınlarıyla bütünleşme yolunda ileri atılmalıdır. Devrimci gençliğin eylemi, geniş halk yığınlarının anti-faşist duyarlığını artıracak, direniş ve mücadele gücünü yükseltecek ve anti-faşist halk hareketlerini örgütlendirecek bir perspektiften ele alınmalıdır” (Devrimci Gençlik, Sayı 7).
Dervrimci Gençlik Anti-Faşist Mücadeleyi Ülke Çapında Bir Politikaya Tabi Kılmalıdır
“Devrimci eylem”, doğru fikirlerin geniş yığınlara kavratılmasında ve benimsetilmesinde de önemli bir araçtır. Bu noktada devrimci eylemlerin nitelikleri üzerinde de durmakta yarar vardır. Devrimci eylem nasıl olmalıdır?
“Eylem” kendi başına hiç bir şey değildir. O, ancak belli bir amaca hizmet ettiği oranda ve hizmet ettiği amaca doğru bir siyasetin bir parçası olduğu sürece devrimcidir, Bu yüzden devrimciler hiç bir zaman (PDA oportünistlerinin iddia ettikleri gibi) “nerede hareket, orada bereket” düşüncesi ile hareket eden anarşistler değillerdir. Hiçbir zaman “hareket her şey, hedef hiçbir şey” diye düşünmezler. Aksine eylemin, hedefe, amaca hizmet etmesi gerektiğini bilirler ve eylemin amaca ulaşılabilmesi için zorunlu karakterini tüm oportünistlerin aksine doğru bir şekilde kavrarlar.
Ülkemizde anti-faşist gençlik hareketi bugün asıl olarak kendiliğinden gelme bir hat üzerinde ilerliyor. Anti-faşist mücadele; ülke çapında bir devrimci siyasetin parçası haline gelememiştir. Devrimci gençliğin ilk sorunu, devrimci bir anti-faşist mücadele programının oluşturulmasını sağlamak ve ülke çapındaki mücadeleyi bu programın belirlediği bir siyasete bağlamak olmalıdır. Bu programın yaratılması için Devrimci Gençlik dergisinin görüşlerinin üzerinde yükseldiği teorik tespitler, ileri bir platform sunuyor. Bu olumlu faktör yanında, böyle bir siyasetin kendisine tabi olması gereken proletarya partisinin yokluğu ve oluşturulması gereği daima gözümüzün önünde olmalıdır.
Buna bağlı olarak mücadelenin ülke çapındaki bölük pörçüklüğü -bölgeler arasındaki bağlantısızlığı- giderilmelidir. Bu hem ülkemizin çeşitli bölgeleri arasındaki, hem de aynı şehrin (özellikle Ankara ve İstanbul gibi şehirlerin) çeşitli bölgeleri arasındaki kopukluk ve bağlantısızlıkların giderilmesi ihtiyacının ifadesidir.
Bunun yanında mücadelenin, kendisine reaksiyoner (tepkici) bir görünüş kazandıran kendiliğindenci durumundan da çıkarılması zorunludur. Faşistler saldıracak, savunacağız; faşistler öldürecek, miting yapacağız; faşistler geri çekilecek, bekleyeceğiz: Böyle bir durum mücadele taktiği olamaz. Böylesi, daima faşistlerin istediği yer ve zamanda dövüşmeye mecbur kalmak demektir. Halkın Sesi, pek çok kez “faşistler nerede saldırırsa orada karşılık verelim” diye yazdı. Halkın Kurtuluşu “faşistlerin her saldırısında bir saat işi bırakmayı” önerdi. İkisi de anti-faşist eylemi, faşist saldırıların yer ve zamanına tabi kılıyor. Bugün bunun tam tersine, bu kendiliğindenci ve tepkici durumdan kurtulmak gerekmektedir. Faşistler ülke çapındaki bir faşist siyasetin bir parçası olarak saldırmakta ve geri çekilmektedirler. Buna tabi olmak, daima onların istediği yer ve zamanda dövüşmeye mecbur olmak demektir. Elbette bugün biz savunma durumundayız. Ama bu savunma durumu stratejik anlamda kavranmalı, taktik planda statik bir savunma olarak yorumlanmamalıdır.
Bu nedenle Devrimci Gençlik, anti-faşist mücadeleyi ülke çapındaki bir politikaya tabi kılmalıdır ve merkezi bir politikanın yönlendirildiği bir devrimci zemin üzerine oturtmaya çalışmalıdır. Tek tek ve cılız bölgesel tepkiler, yerini, gücümüzü topladığımız bir noktada ülke çapındaki güçlü anti-faşist gösteri ve eylemlere bırakmalıdır.
Bu noktada karşımızda bir çok engel vardır. Bunların başında kuşkusuz geniş emekçi yığınların reformist ve revizyonist bir etkinlik ve kontrol altında tutuluyor olması var.
Bunun yanında bir başka önemli engel de çeşitli grupçukların ve özellikle “muhalefet”in “insiyatifi ele geçirme ve yönetimi yıpratma” adına her türlü sorumsuzca girişimleridir. Bozgunculuğa varan bu tür davranışlar geçen yıl sık sık görüldü. “Yönetimi yıpratma” uğruna bir keskinlik yarışı havası yaratlıyor. “Eylem”, başlı başına bir amaç haline dönüştürülüyor. Bir çok kere de yaratılan hava ve kargaşa içinde “yönetimi yıpratmayı” başarıyorlar! Yani eylemde tam tür başı bozukluğu, kargaşayı, hesapsızlığı yaratabiliyorlar. (Bunu yaparken, ajan provokatörlerin ekmekleriyle oynadıklarının farkında değiller!). Devrimci Gençliğin çözüm bulacağı en önemli sorunlardan bir tanesi de budur. Bunun en önemli yolu da bu davranışları durmadan teşhir etmektir. Bozguncu eğilimlerin eylem birliğini engellemesi önlenmelidir.
Kendiliğindenci eylem anlayışının bir özelliği de eylemi yığınların kendiliğinden tepkilerine tabi kılmaktır. Her türlü revizyonist, pasifist eğilimler devrimci eylemi kitlelerin kendiliğindenci hareketlerinin kuyruğuna takma şeklinde kendini gösterir. “Mücadele biçimlerinin yığınların somut gereksinmelerinin bir ürünü olması gerektiği” şeklindeki devrimci ilkeyi dar bir şekilde yorumlayarak, yığınların “somut gereksinmlerini” ekonomik-demokratik taleplere hapsederler. Kitleleri kendiliğinden bilinçlerinin seviyesine indirirken, çoğu kez kitlelerin gerisinde kalırlar. Şöyle düşünürler: “Sözgelimi bir gecekondu mahallesinin duvarlarına ‘Tek Yol Devrim’, ‘Kahrolsun Faşizm’ yazıp halkı yürüyüş yapmaya çağırsak, böyle bir eylem için bir zemin yaratmış olmayız. Ama aynı gecekonduları yıkmak ve halkı evsiz barksız bırakmak için gelen polise karşı direnmek mücadele zemini olabilir” (Halkın Sesi’nden). Eylem, kitlelerin somut gereksinmelerine dayanmalıdır ama kitlelerin somut gereksinmelerini doğru kavramak gerek; yoksa sen polisin gecekonduyu yıkmaya gelmesini beklerken, o gecekonduluların burjuvaların şatolarını yıktığını seyretmek durumuna düşersin! Eylemde kitle kuyrukçuluğuna düşmemek daima dikkat edilecek bir husustur.
Her eylem şüphesiz halkın mücadelesine ne getireceği, doğru düşüncelerin halk yığınlarına kavratılmasına ve halkın güçlerinin örgütlenmesine hizmet edip etmeyeceği açılarından değerlendirilmelidir. Sonucu devrim mücadelesine zarar verecek eylemlerden şüphesiz kaçınılmalıdır. Oportünistler bu noktada da eylemi “başarı garantisi” şartına bağlarlar. Onlara göre Mao Zedung’un “Zaferden emin olmadıkça savaşmayacağız” sözleri her eylem için geçerlidir (Halkın Sesi’nden). Bu düşünceye göre Paris Komünü bir macera sayılmalıdır. (Zira zafer garanti değildi! Hatta Marks daha baştan zaferin imkansızlığını belirtmişti). Onlar daima, “benim hayatım devrime çok lazım, bunun için her şeyden önce bunu garantiye almak gerekir” diye düşünürler. Onlar yenilgiler olmadan zaferlere ulaşılamayacağını bilmezden gelirler. Burunları kanamadan devrim yapmanın yolunu ararlar.
Devrimci Gençliğin anti-faşist eylemleri açısından bu gibi sorunlar incelemeli ve emekçi halkın kendiliğinden anti-faşist eylemine devrimci bir öz kazandırmak için mücadele etmeliyiz.
TEKRARLARSAK, KENDİLİĞİNDEN VE TEPKİCİ BİR MÜCADELEDEN, ÜLKE ÇAPINDAKİ MERKEZİ BİR SİYASETE BAĞIMLI BİR MÜCADELE DURUMUNA GEÇMEK İÇİN ÇALIŞMALIYIZ.
DEVRİMCİ GENÇLİĞİN EYLEM COŞKUNLUĞUNU. EMEKÇİ HALKIN KURTULUŞUNA YÖNELİK MÜCADELENİN BİR PARÇASI HALİNE GETİRMELİYİZ. HALK YIĞINLARININ ANTİ-FAŞİST MÜCADELESİNE DEVRİMCİ BİR ÖZ KAZANDIRMAK İÇİN İLERİ ATILMALIYIZ.
(*) Bu yazı Devrimci Gençlik dergisinin 13 Eylül 1976 tarihli 12. sayısından alınmıştır.