DGM’lere karşı mücadele devrimciler için bir denek taşı olurken, anti-faşist mücadelenin geniş bir taban üzerinde ve ülke çapında yükselmesine neden oldu. En geniş işçi yığınları, yurtsever öğretmenler, teknik elemanlar, devrimci gençler eyleme geçtiler, yürüyüşler, mitingler, grevler yaptılar. Bütün bu eylemler devrimci mücadeleye kitlesel siyasi pratiğin zengin derslerini de beraberinde getirdi. Şüphesiz ki, bu pratiğin tüm derslerini doğru bir şekilde ortaya çıkarabilmek için vakit henüz erkendir. En başta genel bir grev girişimi varabileceği yere kadar vardırılmamıştır. Buna rağmen bu siyasi pratiğin bugünden ortaya çıkan ve belirginleşen yanlarını ele almakta ve anti-faşist mücadele ile ilgili bazı noktaları kısaca vurgulamakta yarar vardır.
Faşizme Karşı Mücadele Provokasyon Mantığına Yer Yoktur!
Karşı devrimciler tarafından devrimci eylemin hedeflerini şaşırtmak için uygulanan provokasyon, sınıf mücadelesinin zengin karmaşası içinde bir detaydır. Mücadelenin gelişim yönünü ve sonuçlarını belirlemeyen bir ayrıntıdır. Devrimciler sınıf mücadelesine bu ayrıntıyı abartarak yaklaşmazlar. Bu yanı daima göz önünde bulundururlar. Ama sınıflar mücadelesini sırf bu ayrıntı açısından değerlendirmezler. Oportünistler ise sınıflar mücadelesini çarpıtarak, onun karmaşık yapısı içindeki bu ayrıntıyı gözler önüne dikerler, toplumsal olayların gelişmesini belirleyen bir faktör olarak gösterirler: “Faşistler devrimcilere silahla saldırıyorlar. Bunun sebebi devrimcilerin kendilerine aynı şekilde karşılık vermelerini sağlamaktır. Devrimciler aynı şekilde karşılık verirlerse, sıkıyönetim için bahane olacaktır. O halde devrimciler oyuna gelmemelidir”. Veya “Yürüyüş yapılırsa faşistler saldırır, olay çıkar, zaten bahane arıyorlar”, vb. Bu tür -küçük burjuvaziye has- düşünce yapısı, hayatı ve sınıflar mücadelesini toplumsal olayların bir tiyatro oyunu olarak görür. Bu düşünce yenilgi sonrası yılgınlığının hüküm sürdüğü 12 Mart döneminde yaygınlaşmıştır. (Erol Toy’un şu ünlü “İmparator”unun ve benzeri kitapların binlerce satabilmesi hatırlansın). Her olayın, her eylemin arkasında onu tezgahlayan her şeye kadir bir “İmparator” arayan bu patalojik olay, aslında sadece yenilgi sonrası dönemlere has bir “hadise” değildir ve devrime inanmayanların, mücadele geliştikçe, mücadeleden kaçmak için veya devrimci eylemi baltalamak, mücadeleyi önlemek için başvurdukları bir yoldur.
Son olaylar sırasında bir kere daha görüldü – ki, provokasyon şarlatanlığı revizyonizmin elinde bir silah olarak karşımıza daima çıkacaktır.
Bu, en çok DEVRİMCİ GENÇLİK’in düzenlediği 18 Eylül mitingi sırasında açıkça görüldü. O günlerde DGM’lere karşı direniş, ülke çapında yaygınlaşma ve yükselme eğiliminde idi. Herkes bir şeyler söylüyor, demeçler veriyordu. Ama bir şeyler yapmıyordu. Herkes gözünü meclise dikmiş, CHP’nin alacağı neticeye bakıyordu. O anda eyleme geçme zorunlu idi. Ankara’da 14 demokratik kuruluşun aralarındaki toplantılarda devrimciler tarafından ortak eylem önerileri getirildi. Ancak bu öneriler bazı demokratik kitle örgütlerinin tepesindeki TSİP,TİP,vb. siyasi eğilimler taşıyan “temsilciler” tarafından reddedildi. Biz bir şey yapamayız, CHP bu işi engeller, eylem yaparsa da DİSK yapar düşüncesini savunuyorlardı. Ortak bir eylem kararı alınamayınca da; yeni kurulan DEVRİMCİ GENÇLİK DERNEKLERİ FEDERASYONU 18 Eylül için yürüyüş ve miting kararı aldı. Miting kararı tüm revizyonistleri paniğe uğrattı. Bir yandan 25 Eylül için miting karan alırlarken, bir yandan da DEVRİMCİ GENÇLİK’in mitingini engellemek için çırpınmaya başladılar. Ve derhal provokasyon silahına davrandılar: “Faşistler saldıracak, katliam olacak, DGM’nin çıkması için gerekçe olacak”, vs… Mitingi sabote edebilmek için olanca güçleri ile çalışmaya koyuldular. DİSK’in “genel yas” eylemi başlarken, bunlar DEVRİMCİ GENÇLİK’in yürüyüşünü baltalamak için bildiri dağıtıyorlardı. Devrimci Gençlik, DİSK’e bağlı işçilerin grevini selamlamak amacı ile İstanbul yolunu keserlerken DİSK yöneticileri sendika temsilcilerine işçilerin mitinge katılmasını önlemeleri için direktifler yağdırıyorlardı. Ve burjuva basın bu konuda onlardan geri kalmıyordu. Miting haberini vermekten ısrarla kaçınan, para ile verilen ilanı bile basmayan (başta Cumhuriyet olmak üzere) solcu basınımız revizyonistlerin mitinge katılınması için yapılan çağrıları yayınlamakta fayda buluyorlardı.
Bütün bu gayretler ne içindi? DEVRİMCİ GENÇLİK niçin ve kimin adına tecrit edilmeye, yalnız bırakılmaya çalışılıyordu? “İşte anarşistler bunlardır! Her şeyi karıştıran bunlardır” diye faşizme hedef mi gösterilmeye çalışılıyordu? Faşizme karşı verdiği yiğitçe savaşımda düşen her gencin arkasından demeçler vermekte, ağıtlar düzmekte pek usta kalemler, oyuna gelmemeleri için öğütler döktürenler, içkili devrim sohbetlerinin yıllanmış erbapları bu kutsal cihadı niçin ve kimin adına açmışlardı? Aslında bütün bunların sebebi, onların devrimin’ güçlenmesinden, devrimden korkmalarından başka bir şey değildir. (Bu “mukaddes ittifak”ın o muhteşem kuşatmasını 18 Eylül mitingine katılan 20.000 yürek darmadağınık etti. Provokasyon silahı onu kullanmaya çalışanların elinde kendilerinin çalıp kendilerinin dinledikleri bir kavala döndü!).
Şüphesiz onlar bu kavalı ellerinden hiç bırakmayacaklar. Bırakmayacaklarının en önemli kanıtlarını da sergiliyorlar. TİP, “genel yas” kararının hemen ertesinde yayınladığı bildiride önce hesapların yapılıp tezgahlanmak istendiği, oyun içinde oyun oynanması ihtimalinin kuvvetli olduğu” tespitlerini “dikkatlere” sundu. Provokasyon mantığı insanı kendi gölgesinden korkan bir hödük haline getirmekten öteye gidemedi.
Mücadele Hedefleri Doğru Tespit Edilmelidir
“Genel yas” bildirgesinin başında bu “eylem”in “halktan yana bir hükümetin demokratik yollardan kurulmasına kadar sürdürüleceği” ifade edilmektedir. Bu, girişilen eylemin daha bugünden vurgulanması gereken en önemli sakatlıklarından birisidir. Bugün böyle bir eylemin ulaşabileceği sonuç ne olabilir? Apaçık ki, bir CHP iktidarından başka bir şey kastedilmiyor. Bugün halkın kendi iktidarı yerine bir CHP iktidarının “halktan yana bir hükümet” olarak lanse etmek, işçi sınıfının ve emekçi halkı davasına ihanetten başka bir şekilde ifade edilemez. Bugün ülkemizdeki tüm revizyonistlerin ihanet çizgisi kimi zaman “ileri demokrasi”, kimi zaman da “demokratikleşme süreci” diye ifade edilen bu noktada oluşmaktadır. İşçi sınıfını bir burjuva hükümetinin yerini alacak bir başka burjuva hükümetin kuyruğuna takmak istemektedirler. Emekçi halk yığınlarına bu düzen sınırları içinde kurtuluş umudu olduğu burjuva ,yalanını uydurarak bir düzenin sosyalist maskeli gizli savunuculuğu yapılmaktadır. DİSK yöneticileri gibi TSİP revizyonistleri de anti-faşist mücadele hedeflerini saptırıyorlar. “KİTLE” DİSK eylemi konusunda şöyle yazıyor. “Bu somut alandaki demokrasi ve özgürlük mücadelesi henüz başarıya ulaşamamıştır. DGM’lerin yaşatılması konusundaki anti-demokratik engeller ve girişimler henüz başarıya ulaşamamıştır. DGM’lerin yaşatılması konusundaki anti-demokratik engeller ve girişimler henüz önlenememiştir. Bu mücadelenin demokrasi lehine zaferle sonuçlanması için sürdürülecek önemli uğraşın ön gördüğü görevler halen halk güçlerinin karşısında durmaktadır”. Yani DGM’lerin çıkması önlenirse, demokrasi mücadelesi başarıya ulaşmış, demokrasi korunmuş olacaktır. Bu maksatla TSİP “DGM’lere karşı DEMOKRASİYİ KORUMA ÇAĞRISI” yapmaktadır! (1).
Anti-faşist mücadelenin program hedeflerinin bu şekilde saptanılışı (Halkın Kurtuluşu’ndan TSİP’e, Kurtuluş’tan TİP’e kadar), tüm oportünist revizyonistlerin buluşma noktasıdır.
Yığınlara bu şekilde yanlış hedefler gösterilmesine, faşizme karşı mücadelenin siyasi iktidar mücadelesinden kopartılarak nispi demokratik hakların korunması çizgisine indirgenmesine karşı mücadele gereği, bugün revizyonizme karşı mücadele gereğinin somut olarak gerçekleştiği noktadır.
Evet, DGM’lere karşı mücadele edilmesi gerekir. Nispi demokratik hakların korunması ve genişletilmesi uğruna mücadele küçümsenemez. Ancak bu mücadele devrim mücadelesine, siyasi iktidar mücadelesine bağımlıdır. DGM’lerin çıkmaması, demokrasinin korunması olarak ifade edilemez. Bazı demokratik haklar uğuruna mücadelenin tüm anlamı, onun faşizme karşın mücadelenin bir parçası olarak devrim mücadelesini güçlendirmesinde toplanır. Bu yüzden demokratik haklar uğruna mücadele edilirken daima, demokrasi sorununun bir devrim sorunu olduğu vurgulanmalıdır ve hatırdan çıkartılmamalıdır. TİP gibi revizyonist oportünistler bugün sorun devrim değildir, güncel olan demokratikleşmedir, devrimden söz edip durmak zamansızdır, goşistlik(!)tir derler. Oysa Lenin, “devrim için propagandanın ‘zamansız’ olduğunu söylemek, bu itirazı Latin ülkelerindeki sosyalistlerde görülen bir ‘kafa karışıklığı’ na dayandırmak demektir: Onlar devrimin başlangıcı ile devrim için açık ve direkt propogandayı birbirine karıştırıyorlar” diyor(2). (Her halde TİP’liler için Lenin’in bahsettiği tarzda bir sosyalistlere has kafa karışıklığından bahsetmek iltifat sayılır!). Bu yüzden faşizme karşı mücadele ve demokratik haklar uğruna mücadele, mutlaka “devrim için açık ve direkt bir propaganda” ile birleştirilmeli, oligarşik diktatörlüğün faşist karakterinin teşhiri ve parçalanma gereği daima faşizme karşı mücadelenin temelini oluşturmalıdır.
Ülkemizde faşizmi yenmenin, demokrasiyi gerçekleştirmenin ve emekçi halkın kurtuluşunun TEK YOLU birdir; DEVRİMDİR. Emekçi halkın iktidarının sağlanmasıdır. Faşizme karşı mücadele devrimle sonuçlanacak, devrimle zafere ulaşacaktır. Bu yüzden faşizme karşı mücadele sorunu, demokrasi sorunu, bir devrim sorunudur: Demokratik haklar uğruna mücadele, örneğin DGM’lere karşı mücadele, devrim mücadelesini güçlendiren, devrimci harekete elverişli koşullar yaratan, güç toplamasına yarayan yanlarıyla önem taşırlar. Faşizme karşı mücadele devrimci hareketi güçlendirir, devrim faşizme karşı mücadeleyi zafere ulaştırır. Nispi demokratik haklar uğruna mücadeleyi devrim mücadelesine; siyasi iktidar mücadelesine tabi kılmanın tüm içeriği bu noktada toplanmaktadır.
Bunların yanında siyasi önderlik sorununa da değinmekte yarar vardır. Faşizme karşı mücadelede doğru bir siyasetin izlenebilmesi, söylerken doğru sözlerin hayata geçirilebilmesi ve işçi sınıfı hareketine hakim kılınabilmesi, doğru bir siyasi önderliği yürütecek bir örgütlenmeyi gerektirir. Oportünist-revizyonist siyasetlere karşı mücadele için onların revizyonist önderliklerine alternatif .bir örgütlenme şarttır. Aksi takdirde söylenen sözler havada kalmaya mahkum olacaktır. Tek tek fabrikalarda, birbirinden kopuk bölgelerde yürütülen mücadeleler sonuç alıcı olmaktan uzak olacaktır. Bugün DGM’lere karşı mücadelenin ortaya çıkardığı ve sosyal pratiğin hergün döndüre döndüre kafamıza vurduğu gerçek, bugün işçi sınıfının doğru bir siyasi önderliğe sahip olmadığı ve devrimci bir önderliğin mevcut olmadığıdır. Bu noktayı hiçbir zaman unntmamalıyız. Devrimci bir parti olmadan bugün hiçbir siyasi görevimizi tam olarak yerine getiremeyeceğimizi hatırdan çıkarmamalıyrz. Bu yiizden bütün çalışmalar içinde bir parti örgütlenmesinin inşaası için zorunlu olan kadro çalışmalannı ve kadro örgütlenmelerini -şu bizim sömürge tipi demokrasi(!) koşullarımız unutulmadan -esas almalıyız. Herşeyi ona tabi kılmalıyız. En geniş kitle çalışması içinde en dar kadro çalışmasını bu şekilde kavramalıyız.
Siyasi önderlik sorunu söz konusu olunca, DİSK yöneticilerinin durumunu da değerlendirmeli. Bu sendikal önderler(!) kendilerini işçi sınıfinın önderleri olarak görüyorlar! Biz onların doğru bir siyasi önderlik yapıp yapamayacakları sorunundan vazgeçelim. Onlar bugün pratikteki davranışları ile sendikal önderiik sıfatını bile kullanmayı hakketmediklerini ispat ettiler. DİSK yöneticileri bu eylemde takındıkları tavırlarla eylemi daha en başta pasifize etme yolunu tutmuşlardır. Daha işin başında sergilenen işçi sınıfının devrimci-eylemini reformcu burjuvazinin hizmetine sokma anlayışı kendisini eylemin biçiminde ve “tavırlarda” da göstermiştir. (Aslında bu DİSK’in örgütsel yapısının da bir sonucudur). Her şeyi kendi sendikal mevkilerinin geleceğine ve düzenin hukuksal gereklerine tabi kılan bir anlayışın, işçi sınıfının kararlılık, atılganlık, cesaret ve coşkunluk isteyen eylemine önderlik etmekten ne kadar uzak olduğu, onların devrimci coşkunluktan uzak, suç işlemeden ve buruları kanamadan devrimcilik yapmak düşüncesinin eseri olan “tavırları”yla apaçık sergilenmiştir. Bu noktada Kemal Türkler’in bir gün için Sağmalcılar’da misafir edilmesi kendi deyimi ile onlara Demirel’in bir “bayram hediyesidir” gerçekten!
Başta da söylediğimiz gibi bugün mücadele henüz sona ermemiştir. Bir yandan direnişçi işçiler işlerinden atılmakta, hapsedilmekte, diğer yandan DGM sorunu aktüalitesini sürdürmektedir.
Bugün yapılacak olan kararlılıkla mücadelenin önüne atılmaktır. İşçilerin yanı başında kararlı bir şekilde yer almaktır. Tutuklanan, işlerinden atılan işçilerle bağlar kurmak, onların yeniden işlerine alınmaları için mücadele etmek, BÜTÜN MÜCADELE ALANLARINDA FİİLEN YER ALMAK VE DEVRİMCİ GENÇLİĞİN TÜM MÜCADELE İMKANLARINI İŞÇİ SINIFININ MÜCADELESİNİN HİZMETİNE SUNMAKTIR.
(1) Kitle, Sayı 127.
(2) Lenin, Emperyalist Savaş Üzerine, s.153
(*) Bu yazı Devrimci Gençlik dergisinin 6 Ekim 1976’da yayımlanan 13. sayısından alınmıştır.