Bir fırtına koptu. 1 Ocak günü Erdoğan’ın Boğaziçi Üniversitesi’ne Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile rektör ataması ile başlayan aylar boyunca İstanbul’dan Ankara’ya, İzmir’e, Adana’ya, Bursa’ya ve memleketin dört yanına yayılan bir fırtına.
2021 senesine, direnişin yılı olduğunu müjdeler gibi; Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin ‘Kayyum rektör istemiyoruz’ diyerek 4 Ocak gününe çağrıcısı olduğu eylemle giriş yaptık. Operasyonlara uyandığımız 5 Ocak sabahından itibaren AKP, direnişin Boğaziçi’nden dışarıya taşmasını engelleme refleksi ile eylemlere sistematik olarak saldırdı, türlü manipülasyon, tehdit ve karalama kampanyalarını bugüne dek sürdürdü, bütün bir ülkede bini aşkın öğrenci kamuoyunun gözünün önünde işkence edilerek gözaltına alındı, onlarcası ev hapsi aldı, on bir öğrenci tutuklandı.
Boğaziçi direnişinin ilk tutuklusunun hapishaneye sevk olurken ‘Bundan sonrası sizde’ çağrısı, son tutuklunun da son sözü oldu. En temel hak arayışı içinde özgürlüğü, geleceği ve hatta vücut bütünlüğü ile tehdit edilen binlerce öğrenci, saldırıların bizzat tanığı olmasına rağmen ‘Bundan sonrası hepimizde’ sözünün arkasında, cüretin ve cesaretin simgesi oldular. Tutuklama protestoları kendini başka tutuklamalara, adliye önü gözaltı beklemeleri başka gözaltılara bıraktı; sonu gelmez bir gözaltı, tutuklama ve ev hapsi silsilesine rağmen öğrenciler AKP’nin karşısında dikilmeye devam etti.
“Sapkınlar”, “teröristler”, “provokatörler”, “şeytanlar” yaftaları tutmadı, ne aksi bir reaksiyon alabildiler ne de öğrencileri sindirebildiler. Üniversitelerde dayanışmalar ile yerelleşme ve üniversiteler arası iletişimi arttırmak niyeti ile adımlar atıldı, eylemler süreklileştirildi, bütün üniversite öğrencileri yan yana yürüdü, bedelleri ortak ödedi. Senenin başında Boğaziçi ile başlayan direniş önce diğer kayyum rektörlere ardından AKP’nin 19 yıllık iktidarı boyunca toplumsal alanın bütünündeki kayyum saldırılarına karşı dayanışmayı örgütledi. Üniversite öğrencilerinin öfkesi, bütün bir halkın öfkesi ile bütünleşti.
En nihayetinde bugün, toplumsal muhalefetin dayanışmasının eseri ile bütün öğrenciler tahliye edildi, bütün ev hapsi kararları kaldırıldı. Bu fırtınanın dinginliğindeyiz. Asıl düğüm burada başlıyor, biz ilk gençlik yılları AKP karanlığı altında geçenler yakın tarihimizdeki bu son 3 aylık direniş deneyimimiz ile bundan sonra ne yapacağız?
Kayyum rektörlerden kayyumların Türkiye’sine
Öğrenci gençliğin mücadele çizgisini tariflerken; üniversiteye atanan kayyumun ne ifade ettiğini iyi kavramak gerekiyor. AKP, kendisinden öncesini hatırlamayan gençliğin toplumun en dinamik ve hızlı organize olma potansiyeli olan kesimi olduğunu bilerek hareket ediyor. Kendileri için oldukça acı olan bu gerçekle hem sandıkta hem sokakta sıkça yüzleşiyor. Bu nedenle gençliği hem ilkel ama hala güncelliğini koruyan ‘yılanın başı baştan ezilir’ stratejisi ile hem de bu potansiyelin her kıvılcımının kendilerini yakacak bir aleve dönüşmesi ihtimalini önlemek için sıkça hedef haline getiriyor. Bu hedefin odağında da gençlerin karar alma, bir araya gelme, birlikte tartışıp birlikte harekete geçme olanaklarının en fazla olduğu mekan olan üniversiteler yer alıyor.
Akademisyenleri ihraç ediyor, öğrencileri sürekli disiplin soruşturması gözaltı ve tutuklama tehdidi ile karşı karşıya getiriyor; kampüsleri ufak karakollara dönüştürüyor. Öğrencileri susturup sindirebilmek ve üniversitelerde yukarıdan aşağıya kendi ekonomik ve ideolojik kaygılarına uygun şekilde kalıcı bir dönüşüm istiyor. AKP, hem sermayenin bilgi ve kadro ihtiyacını karşılayacak bir havuz hem desorgulamayan, itaatkar bir nesil yetiştirme merkezi haline getirecek bu dönüşümün kendi geleceklerinin önemli teminatlarından biri olduğunu biliyor.
Kayyum saldırısı da üniversiteye yönelen bütün saldırıların ortasına oturuyor. Öğrencileri, akademisyenleri, üniversitenin bütün bileşenlerini ve hatta neoliberal saldırı politikalarının üniversitedeki temsili olan YÖK’ü bile aradan çıkaran Erdoğan, kendisini temsil edecek küçük başkancıklar sistemi ile üniversiteleri doğrudan, tek merkezden yönetmek istiyor.
ODTÜ’de Verşan Kök, İstanbul Üniversitesi’nde Mahmut Ak ve son olarak Boğaziçi Üniversitesi’nde Melih Bulu ile simgeleşen, onlarca kayyum rektör saldırısını sadece üniversite öğrencilerine yönelik bir saldırı olarak görmemek gerekiyor. Bu saldırı aslında bütün üniversitelerin üstündeki baskı ve sindirme politikalarının devamındaki altın vuruş, memleketin keyfi yönetiminin özeti olarak karşımıza çıkıyor. 3 aylık Boğaziçi direnişi deneyimi ve sırasında yaşananlar da bunu pirüpak şekilde önümüze seriyor.
Üniversitelere atanan kayyum rektör saldırısını, HDP’li belediyelere atanan kayyumlardan, yakın zamanda geçirilen yasayla beraber derneklere ve vakıfların her aşamasına kayyum atanmasının önünün açılmasından, bütün bir memleketin kendi hukuklarını dahi tanımayan kararnamelerle yönetilişinden; Boğaziçi direnişi sırasında gözaltı, tutuklama, ev hapsi terörüne eşlik eden HDP’nin kapatılması gündeminden, Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülerek tutuklanmasından, devam eden dokunulmazlıklar tartışmasından ve İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararından tanıyoruz.
Bu kararların hepsi tek merkezden veriliyor. Vaktiyle AKP’li vekillerin ‘Cizreye nasıl girdiysek, ODTÜ’ye de öyle gireriz” sözü tekerrür eden tarihte bu saldırıların bütünlüğünü arz ediyor. AKP namlularını öğrencilerden, işçilere, Kürt halkından, kadınlara, LGBTİ+’lardan yoksullara, memleketin bütün ezilen kesimlerine aynı şekilde doğrultuyor.
Yaşananların ortak sorumlusu; bütün bu saldırılarla beraber bugün, bir seneyi aşkın süredir istikrarlı şekilde devam ettirdiği sermayeye dost, halka düşman salgın politikaları nedeniyle etrafımızı saran on binlerce vakanın, dolup taşan hastanelerin, canına kastedilen işçi, emekçi, yoksulların, derinleşen ekonomik krizin, açlığımızın sorumlusu sömürü ve talanın baş faili AKP’dir. Yaşadığımız hayatın, sokakta gördüğümüz işkenceden evde bulamadığımız ekmeğimize kadar yok olan geleceğimizin sebebi AKP ve sürdürücüsü olduğu düzendir.
Türkiye, ABD emperyalizminin sömürgesi altında sömürge tipi faşizmle yönetilen bir ülkedir. Emperyalizmin yerli iş birlikçileri yönetiminde idame ettirilen bu rejim, yeri geldiğinde kendi koyduğu yasaları bile tanımayan, anti-demokratik bir kimliğe sahiptir. Bugün ise AKP’nin 19 yıllık iktidarı altında güncellenen faşizm, toplumun her kesimi tarafından hissedilen, tüm demokratik haklarımızın gasp edildiği bir saldırganlık halini almıştır. Bu nedenle demokrasi mücadelesi bizler için aslında kurtuluş mücadelesinin bugünkü adıdır.
Bu yüzden demokratik üniversite mücadelesini eş zamanlı şekilde amfilerden sokaklara taşan, öğrencilerden bütün gençliğe ve toplumun bütün ezilen kesimleri ile omuz omuza verilecek bir demokratik ülke mücadelesine dönüştürmek gerekiyor.
Demokratik üniversite, demokratik ülke için!
Boğaziçi direnişi sırasında “Cumhurbaşkanının yetkileri sorgulanamaz” diyen İbrahim Kalın, saldırganlıklarının asıl sebebinin tek başına kayyum rektör Melih Bulu’da ısrar olmadığını, esas kaygının rektörlük koltuğu nezdinde Cumhurbaşkanının ‘yıkılamaz’ otoritesini sarsmamak olduğunu vitrine gerek duymadan ifade etmiş oldu.
Direnişin kayyum rektör Melih Bulu’dan çıkıp bütün üniversiteler için akademik özgürlük, idari özerklik talebi ve demokratik üniversite mücadelesine dönüşümü ve bu taleplerin bütün ezilenlerin faşizme karşı özgürlük mücadelesinin bir parçası haline gelmesi esas korkuları; tüm saldırganlığın altında yatan kaygı, öfkeli gençlerin, öfkeli halkı harekete geçirme potansiyelidir. Toplumsal muhalefetin lokomotifi olabilecek gençliğin, halkın durağan ve dağınık öfkesini örgütleme kabiliyeti AKP’nin saldırma seviyesini ve stratejisinin belirliyor. Onların bu korkusu da bizim kurtuluş yolumuzu gösteriyor.
Bu fırtınayı büyütmek için Boğaziçi direnişi ile birlikte bütün üniversitelerde ilk adımları atılan üniversite dayanışmalarını en geniş öğrenci tabanı ile birlikte örgütlemeye çalışmalı ve yerellerde karar alma, harekete geçme mekanizması olarak güçlendirmeli ve kalıcılaştırmayız. Yolumuz bu ilk adımların ardından benzer yapıları aşağıdan yukarıya bütün toplumsal kesimlerde kurabilmekten ve öğrenci gençliği, işçi ve emekçiler başta olmak üzere toplumun bütün ezilen kesimleri ile dinamik, örgütlü, uzlaşmaz, devrimci bir hatta buluşturmaktan geçiyor.
Bu perspektifin dışında çıkarak ‘zaten gidecekler’ umuduyla hareket etmek, kayyum rektör atamasının yapıldığı kararnamenin meşruluğunu değil, hukuka uygunluğunu tartışmaya benzer. 19 yıllık AKP iktidarından ve en yakında 3 aylık Boğaziçi direnişinden, kendilerine göre eğip büktükleri kuralları ile onların oyununda onları yenemeyeceğimizin dersini almak bu fırtınanın akıbeti için hayati önem taşıyor. Halk nezdinde popüler olsa da halkın esas gündeminden kopuk yukardan yürüyen siyasete, yeni anayasa tartışmalarına, siyasi sıkışmışlığın bir eseri olarak salt seçime odaklı, masum ve sessiz bekleyişlerle yedeklenmenin yeni bir yenilgi daha getirmekten ve peşi sıra gelecek umutsuzluğu perçinlemekten başka bir işe yaramayacağını bilerek hareket etmek gerekiyor. Umudumuz belli dönemlerde önemli uğrak noktaları olsa da seçimlerde değil esasta kendi öz gücümüze dayalı dayanışmamızda, sokakta ve bağımsız, devrimci mücadele hattımızda saklıdır.
Savaşta mıyız?
Evet, savaştayız. Savaşımız en ufak demokratik hakkımızdan, evdeki aşımıza göz dikenlere karşıdır. Savaşımız, kayyum rektörlere, sokakta bize işkence edenlere, arkadaşlarımız hakkında ev hapsi, tutuklama kararı verenlere, üniversiteyi polisle, TOMA ile silahla işgal edenlere karşıdır. Savaşımız özgürlüğümüze, geleceğimize, irademize, kimliğimize savaş açanlara karşıdır.
Savaştayız, savaşımız demokratik bir ülke ve demokratik bir üniversite; insanca yaşanabilir bir memleket uğrunadır. Adımlarımız üniversiteyi savunma aşamasından bütün bir memleketin yeniden insanca yaşanabilir şekilde inşasına geçişin aşamalarının ilk adımlarıdır.
Bu koşullarda, 1 Mayıs’a günler kala bu yazıyı okuyan bir genç olarak geleceğimizin ortak hırsızına karşı yukarıda anlattığımız her şey, bu mesele senin de meselen, sıra artık senin sırandır. Kampüslerimizden, meydanlara hayatımızın dört yandan saranlara karşı bekleyecek tek dakikamız kalmamıştır. Vakit, yılın başında kayyumlara karşı başlattığımız yürüyüşü 1 Mayıs’ta halkın meydanlarını halka kapatan barikatları yıkarak sürdürme, Taksim’den ülkenin bütün sokaklarını aşındırma vaktidir.
Demokratik bir ülke, demokratik bir üniversite için direnişin yılında, direnişle 1 Mayıs’a; Devrimci Gençlik Dernekleri saflarına!