Ülkemizde uzun süreden beri sürekli faşizm vardır. Bu faşizm artık kurumsal bir halde halkımızın sırtındadır. Kurumsal faşizm, mevcut bürokratik devlet mekanizması içinde bu makinanın her zaman temel dişlisi görevini görmektedir. Burjuva anlamda bile demokrasi işlememiş, “demokratik” bir rejim hiçbir zaman yaşanmamıştır. Sınırlı “demokratik” şartlarda bile mevcut faşist kanunlar aracılığıyla, emperyalizmle bütünleşmiş tekelci burjuvazi kendisine karşı ciddi bir muhalefeti, alternatif bir siyasi hareketi bastırmak, bertaraf etmek imkanlarına her zaman sahip olmuştur.
Hükümetler iktidar arabasını tabii ki her zaman düz, engelsiz, asfalt bir yol üzerinde sürme imkanına sahip değiller. Bu iktidar aracı bazen -ve son yıllarda sık sık- ciddi engebelere girmek zorunda kalmaktadır. Bu, engebeler; halkın, kitlelerin her geçen gün artan sıkıntıları, kısmen de olsa karşılanması gereken maddi, ekonomik ihtiyaçları ve talepleridir. İşte, kitlelerin bu ekonomik-demokratik talepleri, bu talepler için verdikleri mücadele, iktidara karşı gösterdikleri direnç; ezilmeme, sömürülmeme, hak isteme direnci, zaman zaman iktidar arabasının yolunu aşılması güç, engebeli, balçık bir yol haline getirmektedir. İşte böyle zamanlarda özellikle kullanılmak üzere, ta başından makinanın içinde olan(kurumsal olarak) ve arazi vitesi görevini yerine getiren faşist manivelaya dokunulur: Faşist kanunlar, uygulamalar, baskı, terör, zulüm, işkence, yalan ne ararsan vardır o iktidar aracında. İlave edelim ki, son yıllarda zaten devamlı bir şekilde arazi vitesiyle gitmekte, oligarşinin iktidar traktörü…
Ama yeni olan bir şey var: İktidarını sürdürmek oligarşi için gittikçe güçleşiyor; arazi vitesi de kafi gelmiyor artık. Yani kurumsal olarak faşizmin mevcut araçları da yeterli olmuyor. Faşizmi aşağıdan yukarıya faşist ideolojileriyle, örgütleriyle kurma ve diğer yandan da yukarıdan aşağıya açık faşizmi inşa etme çabasına hız veriliyor. Bütün arazi viteslerine rağmen bu iktidar aracıyla, bu rejimle, bu tarladan çıkılamayacağı biliniyor. Halkın direnci her geçen gün artmakta çünkü. İçinde bulunulan sürekli ekonomik buhrana çare bulunamamakta. Kriz, sömürücü sınıflar arasında sömürünün paylaştırılması kavgasını artırmakta; buhrana çözüm önerilerinin merkezinde, oligarşinin çelişen sömürü paylarının artırılması doğrultusunda programlar yatmaktadır.
İktidar Krizinin Yatağı Ekonomik Krizdir
Ekonominin sürekli kriz içinde bulunması olayı, tekel gruplarını ekonomik çıkarlarını bağnazca korumaya sevk ediyor. Krizden çıkmak için ekonomik rasyonellerin gerektirdiği fedakarlıkları yapmayı, birincisi ekonomik güvensizlik ortamından dolayı; ikincisi kitlelerin taleplerinden dolayı göze alamıyorlar. Bu da tekeller ve tekel grupları arasındaki çıkar çatışmalarını keskinleştiriyor. Ekonomik krizden dolayı oligarşi içinde keskinleşen çıkar çatışmaları siyasi plana yansıyor, iktidar krizi halini alıyor.
Oligarşi içindeki bir kanadın (ülkemiz ölçüleriyle büyük sanayi ve eklentileri), oligarşi içinde sürekli olarak bozulan çıkar dengesinin, her an kendi aleyhine dönme tehdidiyle ciddi bir şekilde karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda, bu kanadın çıkarlarını korumak için ciddi bir çabanın içinde olduğunu; en azından, mevcut çıkar dengesini korumak ve çıkarlarının geleceğini daha bir emniyet altına almak gibi bir temelde, diğer kanat ve grupla bir boğuşmaya girdiğini tespit etmekteyiz. Bu kanat biraz da, sanayiye diğerine göre daha köklü bir şekilde yerleşmiş olmanın, sanayinin yerleşik çıkarlarının, ekonominin köşe başları olma avantajlarının bilinciyle; sanayiin ekonomik rasyonellerine göre davranma eğilimindedir. Krizden ürkmektedir, fakat diğeri gibi dizleri titremiyor. Yerleşikliğin vermiş olduğu bir soğukkanlılık gözleniyor. Uzun süreli çıkarlarını daha doğru görebiliyor ve toplumdaki ekonomik, sosyal, siyasal güçler tahlilini daha akılcı bir şekilde yaparak, maceracı atılımlara, zamansız ve hesapsız faşist teröre, devletin aşağıdan yukarıya faşist örgütlenişle ele geçirilmesi girişimlerine, en azından şimdilik (hem bütünüyle oligarşinin çıkarları, tekelci burjuvazinin sosyal varlığı açısından, hem de oligarşi içindeki çelişki ve çıkarları açısından) karşı görünüyor.
Oysa oligarşi içindeki diğer kanat daha bağnaz, uzun süreli rasyonellere daha az iltifat eden ve krizden daha fazla korkan, korktukça da krizden çıkış önerileri ve siyasi tercihleri aceleci olan ve daha açık seçik bir şekilde faşizme doğru eğilimleri besleyen, destekleyen kanat olarak göze çarpmaktadır. Bunlar, “bu anayasayla olmaz“, “anarşizm“, “devlet“, “devlete karşı isyan” gibi demagojilerle; asker-sivil karma yönetim, sıkıyönetim, vb. özlemleriyle kendilerini göstermektedirler.
Oligarşik Diktatörlüğün Şekillerini Sınıflar Mücadelesinin Somut PRatiği Belirler
Toparlarsak ve daha anlaşılır bir biçimde söylersek: Bizim gibi geri bıraktırılmış ülkelerde, emperyalizmle bütünleşmiş tekelci burjuvazinin diktatörlüğünün evrenselleşmiş bir biçimi olarak “sürekli faşizm”in -adıyla da belirtildiği gibi- sürekli bir unsur olarak iktidarın yapısını belirlediği hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır. Devlet iktidarı içinde faşist kurumlaşmanın her geçen gün sağlamlaştırılması ve faşist kurumlaşmayı devlet iktidarının bütünü haline getirme, bugün tekelci burjuvazinin bütün kanat ve grupları için stratejik siyasi programdır.
Ancak, hiçbir zaman gözden uzak tutulmaması gereken bir gerçek daha var. O da, bu stratejik programın gerçekleşmesinin tarihi ve sosyal şartları.
Oligarşik diktatörlüğün şekilleri hayal ürünlerine, sadece “olması iyi olur” hesaplarına, rastlantılara bağlı değildir; sınıf kavgasının arzu edilen, özlenen seyrine göre, sınıf ilişkilerinin doktriner düzenliliğine göre açık ve kestirme kurulamaz. Oligarşinin bu stratejik programının uygulanması, sınıf mücadelesinin belirli aşamalarına ve belirli sınıfsal ilişkilere bağlıdır: Sınıflar mücadelesinin somut pratiği belirleyicidir.
Bu uzun süreli programın gerçekleşebilmesi için ilk ve en önemli şart, orta sınıfları, orta ve küçük burjuvaziyi arkasına takmak veya bu sınıfları en azından pasifize etmek. Çatışmayı, özel mülkiyetle sosyalizm arasında, özel mülkiyetin ve özel mülkiyet toplumunun var olma-yok olması görünümüne sokabilmek. Yani sosyal alt-üst oluşun özel mülkiyet toplumunun kapısını çaldığına inandırabilmek. Ancak o zaman, özel mülkiyetin en bağnaz, en kahraman savunucusu sınıfları kendi liderliğinde veya sonuç olarak (tarihi olarak da kaçınılmaz sonuç olarak), özel mülkiyetin tekelci biçiminin işine yarayacak bir iktidar, bir diktatörlük biçimi altında toplayabilir. Sonra yukarıda sözü edilen oligarşi içindeki sınıf çatışmalarının bileşkesi hesaba katılması gereken diğer şarttır.
Proletaryanın ve yoksul köylülüğün sömürü karşısındaki sınıf durumları, ekonomik-demokratik organizasyonlarının ve politik organizasyonlarının durumu, faşizme karşı direnme güçleri ve bilinçleri….
Uluslararası durum, emperyalizmin tercihleri, uluslararası devrimci mücadelelerin etkileri; hesaba katılması gereken, sınıflar savaşının aşamalarını ve sınıf ilişkilerini belirleyen sosyal ve siyasal şartlardır.
Bu şartların ışığında, kısa dönemde emperyalizmle bütünleşmiş tekelci burjuvazinin sınıf ilişki ve çelişkilerinin bugünkü aşamasına rağmen doğrudan açık faşist diktatörlüğe oynamadıkları, bugünden yarına devlet iktidarını aşağıdan yukarı faşist bir diktatörlük biçiminde örgütlemek durumunun söz konusu olmadığını söyleyebiliriz. En azından şu önümüzdeki günler ve aylarda iktidar krizini bu biçimde çözemeyeceklerini söyleyebiliriz. İçinde bulunulan süreç, yukarıdan aşağıya açık faşizmi gerçekleştirme sürecidir. Mevcut kurumsal faşizmin bir biçimi olan asker-sivil karması bir idarenin gerçekleştirilmesi sürecidir.
Yine ihmal edilmemesi gereken önemli bir nokta da şudur: Çağımız dünyasında sınıf çatışmalarının bileşkeleri öyle bir ekonomik, sosyal ve siyasal şartlar zemininde ortaya çıkmakta ki, çok hareketli olan bu zeminde bazen yılların ortaya çıkarabileceği sınıf çatışması bileşkelerini aylar, günler hatta saatler değiştirebilir; alt üst edebilir! Örneğin, maceracı bir faşist çetenin bir hükümet darbesi hiç de günlük alanda olmadığı halde, emperyalizmin ve ortak tekelci burjuvazinin çıkarlarına denk düşebilir.
Tekelçi Burjuvazi, Faşizm Tehdidini İktidar Krizini Çözmede Bir Araç Olarak Kullanıyor
Yukarıda iktidar krizinin yatağını ekonomik kriz olarak açıklamıştık. Ve bu kriz karşısında oligarşinin içinde iki temel eğilimden bahsetmiştik. Objektif sınıf ilişkileri göz önünde bulundurularak oligarşiyle halk arasındaki çelişki hattında nasıl bir yol izlenebileceğini saptayalım.
Bugün tekelci grupların ortak problemi kitlelerin ekonomik-demokratik isteklerinden ve dirençlerinden kurtulma problemidir. Bu noktada iki kanat da hemfikirdir. İşçi sınıfı ve diğer çalışan sınıflara verebilecekleri ekonomik taviz çok azdır. Hatta bu nokta onlar için hayat-memat meselesi derecesinde önemlidir(1). Krizin yükünü bütünüyle emekçi kitlelerin sırtına aktarmayı planlamaktadırlar. 1976 yılı toplu sözleşmeler yılıdır. İşçi sınıfının demokratik örgütleri olan sendikaların günümüz şartlarında (istediği kadar sarı olsun) işçi sınıfına bazı ekonomik çıkarlar temin etmesi, kendi varlıkları açısından zorunludur. İşçi sınıfının ekonomik bilincinin düzeyi, artık patronların empoze ettiğini kabul edecek düzeyi aşmıştır. Tekelci burjuvazi önümüzdeki günlerde haklı olarak kendiliğinden hareketler, ekonomik-demokratik istekli kitle eylemleri beklemektedir. Bu ekonomik-demokratik karakterli kitle hareketlerinin bugün yükselmekte olduğunu ve önümüzdeki günlerde daha büyük bir hızla yükseleceğini görmektedir. Kendi açmazından dolayı normal, “demokratik” şartlarda bu talepleri karşılamanın çok zor olduğunun bilincindedir.
Bu durumda, kısa dönemde oligarşi, stratejik siyasi programına uygun bir biçimde ve ona hizmet edebilecek, basamak görevini görebilecek bir siyaset izliyor. Kısa dönemde oligarşinin bütün kanat ve gruplarının ittifak ettiği, ekonomik krizin yükünü kitlelerin sırtına aktararak ve buna bağlı olarak da demokratik muhalefetin bastırılması ve yok edilmesi biçiminde bir program izliyor. (Tekrar edelim ve dikkati çekelim ki, bu kısa dönemli program, stratejik programın bir parçasıdır; onun tamamlanmasına hizmet eder. Aynı zamanda stratejik programın gerçekleşmesi için çalışmalarına bir an bile ara vermesini, ihmal etmesini gerektirmez. Faşist kurumlaşmanın devlet iktidarının bütünü haline dönüştürülmesi eylemlerine aralıksız devam ettiklerini, yavaşlatmadıklarını bilelim).
Tekelci burjuvazi bu programını gerçekleştirebilmek için iktidar krizini de araç olarak kullanmakta(2). Bu, orta ve küçük burjuvaziyi, mevcut rejimi koruma hattında bir siyasetle sınırlamak; onları, iktidar krizi devam ederse “demokrasi” tehlikede(!) mantığına hapsetmek; krizin kitlelerin “aşırı” taleplerinden, ücret artışlarından kaynaklandığına, ekonominin ücret artışını taşımayacağına, çökeceğine, mahvolacağına inandırmak: İşte bu ekonomik gerçek(!), aşırı tedbirlere, çatışmalara, faşizme gebe bir kaos yaratıyor. Bu, “kaosun ortadan kaldırılması, eşittir ‘demokratik’ rejimin devamı” biçiminde bir durum değerlendirmesine zorlamak şeklinde somutlaşıyor. Bu işler için faşizm tehdidini (sanki yokmuş gibi) bir kılıç olarak kullanıyor. Hatta iktidar krizine çare arayan, oligarşi içindeki kanatlardan biri (daha akıllıca hareket eden, günlük politikada İstanbul sermayesi diye isimlendirilen), kuzu postuna bürünen kurt misali: Gelin hep beraber “demokratik” rejimi kurtaralım bizler demokrasiden yanayız ! ama bu ekonomik kriz içinde faşizme engel olmava gücümüz yetmez demokrasiyi seviyorsanız bize yardımcı olun; bakın bizler MC hükümetini desteklemiyoruz, onu devirmeye çalışıyoruz… gibisinden siyasi manevralar içine girebilmekte. Tabii ki şartı, yukarıda söylediğimiz gibi ekonomik krize çaredir; korkunç ekonomik durumun düzelmesidir. Bu evrede kitlelerin ekonomik talepleri karşılanamaz ama önemli mi?! Koskocaman “demokratik”(!) rejimi kurtarıyoruz. Hep beraber (başta işçi sınıfı olmak üzere) bu dönem “biraz” sıkıntıyı göze almalıyız.,.
Faşizmin Oltasına Takılanlar
Oligarşinin bu kısa dönemli programı başarılı oluyor mu? Bu siyasi manevralar işine yarıyor mu? Bu oltaya takılan balıklar var mı? Maalesef bugün bizim gözlemlerimiz o ki, bu oltaya takılan ve takılmak için birbiriyle yarışan pek çok balık var…
Tekelci burjuvazinin empoze ettiği mantığı kullanan, onun kısa dönemli programının gerçekleşebilmesi için çalışan, güya demokrasiyi kurtarmak, güya faşizmi engellemek için bunları yapan, sol adına yapan pek çok kişi, grup, parti var.
Ülkemizde faşizmin olmadığını tesbitten kalkan, “faşizme geçit yok”, “hükümet istifa” sloganları atan, Türkiye’de sınıf ilişki ve çelişkilerinden bihaber; sürekli faşizmi, kurumsal olarak iktidar makinasında yukarıdan aşağıya çalışan faşizmi görmezlikten gelen; mevcut “demokrasi”yi faşizm karşısında korumayı, hem de aynen tekelci burjuvazinin bir kanadının kullandığı araçlar ve politikalarla korumayı öneren (işin acıktı tarafı işçi sınıfına akıl hocalığı yapma iddiasını taşıyan) partiler ve “teorisyen”ler var. Örneğin Yalçın Küçük, İstanbul sanayicilerini demokrasiden yana kabul ediyor, Sonra, İstanbul Zeytinburnu’ndaki güvenlik kuvvetlerinin bir operasyonunu, operasyonun gazetelerdeki açıklanış biçimine dikkati çekerek, bunu, İstanbul’lu sanayicileri sıkıyönetime razı etmek düşüncesiyle tertiplenen bir korkutma programının ürünü olarak değerlendiriyor. Evet, bay Küçük, faşizmi isteyen bir takım güçler bu “demokrasi”den yana İstanbul’lu sanayicileri oyuna getirmek istiyorlar diyor.
Küçük’ün şahsında “demokrasi”den yana sanayiciler büyük bir savunucu bulmuş oluyorlar. Kuzu postuna bürünen kurtlar, bu küçük balığa büyük bir madalya göndermeliler.
Yine oligarşinin iktidar krizini çözmede, kanatlardan birinin kuyruğuna takılmış bulunan CHP ne diyor? O da “demokratik” rejimi savunma temelinde AP ile ortak hükümet kurabileceğini söylüyor: Bunu İstanbul sermayesi özellikle istiyor. AP-CHP koalisyonu gerçekten “demokratik” rejimi kurtaracak mıdır acaba? AP-CHP koalisyonu gerçekten neyi kurtarabilir?
Oligarşinin kısa dönemli programını kurtarabilir, onu gerçekleştirebilir. Ekonomik krizden çıkma ümidi içinde yaşayan tekelci burjuvazinin, kitlelerin direncini daha kolaylıkla karşılayabilmesini; anti-demokratik uygulamalara, bugün için geniş yığınların gözünde demokrasiden yana, “halk”tan yana bir “umut” olma durumundaki CHP’yi ortak ederek, kitlelerin demokratik muhalefetini etkisizleştirmesini, krizden, CHP’nin sağlayacağı kitle desteği ile veya şöyle söylersek daha doğru olur) CHP’nin kitle hareketlerini pasifize etme desteği sayesinde çıkabilmesini; ekonomik krizin yükünü böylece kitlelerin sırtına aktarabilmesini sağlar.
Zaten CHP bu işi gönüllü yapacaktır. Niçin yapacaktır? “Demokrasi”yi kurtarmak uğruna, faşizme engel olmak uğruna yapacaktır. CHP’nin merkez yönetimi, tekelci burjuvazinin bir kanadıyla uzunca bir süreden beri içli dışlıdır diyebiliriz. Ve hatta diyebiliriz ki, bugün için CHP’nin politikasını, bu içli dışlı olduğu tekelci burjuvazi yönlendiriyor: Bu kuzu postundaki kurdun; oligarşinin kısa dönemli programının gerçekleştirilmesi yolu üzerinde ayrıca iktidar krizini çözmede başvurduğu. En önemli siyasi araç haline gelmiştir CHP.
İşte oligarşi bu işi gerçekleştirebilmiştir bugün. CHP’yi mevcut “demokratik” rejimi (ama bütün mevcutlarıyla beraber; 141-142’si, Devlet Güvenlik Mahkemeleri; anti-demokratik yasaları ve diğer bütün mevcutlarıyla beraber) koruma hattında bir siyasetle sınırlayabilmiştir. Ayrıca CHP inanmakta ki, iktidar krizi devam ederse, “demokrasi”(!) tehlikededir. O zaman ne yapmak lazım? İktidar krizinin çözülmesinde taraflardan birinin yanında onun destekçisi, hatta çok daha ileri, krizi çözmede kullandığı siyasi araç olarak çatışmanın içine balıklamasına dalıyor. Bütün bu olup biteni de -kendilerinden o kadar eminler ki- kendi ağızlarıyla ifade ediyorlar. Örneğin, Besim Üstünel konuşmasında, sağ ekonomik güçlerin artık bu hükümeti desteklemediklerini, devirmeye çalıştıklarını ve CHP’nin yakında iktidara geleceğini söyleyebilmektedir. Evet, bugün İstanbul sermayesi diye sözü edilen kesim, iktidar krizini çözmeyi, MC hükümetini değiştirmeyi, onu devirmeyi uygun görmektedir. Oligarşi içindeki çıkar çatışmalarından doğan iktidar krizini kendi çıkarları doğrultusunda çözebilmek için, hiç de tehlikesi olmayan bir içerik ile “demokrasi” şampiyonluğu yapabilmektedir. Tabii bu korunacak olan “demokrasi” nin bedeli yukarıda açıklamaya çalıştığımız, oligarşinin kısa dönemli programının gerçekleşmesidir. Eh bu evrede koskocaman “demokratik” rejimi kurtarma uğruna hep beraber “birazcık” sıkıntıya katlanmalıyız….
Burada unutulmaması gereken bir gerçeği hatırlatalım: Son zamanlarda ısrarlı(!) bir şekilde faşizme karşı olduğunu söyleyen bu tekelci gruplarla, CHP’yi bir siyasi olay olarak hangi sınıfların çıkarlarının istemlerinin, siyasi tercihlerinin yoğunlaşması, örgütlenmesi olduğu; tarihi olarak nasıl bir gelişmenin ürünü olduğu noktalarından yaklaşarak aynı kefeye koyamayız. Yine CHP’nin faşizme karşı oluşuyla, bu tekelci grupların karşı oluşunu aynı sınıf ilişkilerinin, ürünü politikalar olarak görmemeliyiz. CHP’nin demokrasiden yana olması ve onun sınıf ilişkileri varlık şartlarından, üzerinde yükseldiği kitlelerin gerçek menfaatleri ve özlemlerinden, o sınıflardan koparılamaz bir karakter iken, tekellerin “demokrasiden yana olması” olayı çok istisna, çok kısa süreli bir şaşkınlıktır. Veya onlar bambaşka bir olaya “demokrasi” derler. Yani gerçekten, burjuva anlamda da olsa, burjuva demokrasisini savunma anlamında da olsa demokrasiyi tekellerle beraber veya tekellerin herhangi bir kanadıyla beraber savunmak mümkün olamaz. Tekellerin sınıf karakteri demokrasiye düşmandır. Egemenlik, tahakküm, her zaman-en sıkı disiplin, kendi kavramlarıyla söylersek, totaliter eğilimler esastır. Burjuva demokrasisi tekellere rağmen ve tekellere karşı bir mücadele ile korunabilir; geliştirilebilir. Yani tekeller burjuva demokrasisine elleri mecbur olduğu için, sınıfsal güçleri onu ortadan kaldırmaya kafi gelmediği için, işçi sınıfının ve çıkarları demokrasiden yana küçük ve orta burjuvazinin örgütlenmiş sınıfsal muhalefetinden korktukları için; o demokratik mevzilerin canla başla savunulacağını bildikleri için katlanırlar. Demokrasiyi genişletmek ise tekelleri köşeye biraz daha sıkıştırmakla, onların hayat haklarını gasp etmekle, yok etmekle mümkündür. Demokrasi ve tekeller; bunlar birbirinin can düşmanı, ateş ve barut gibi bir arada, aynı zamanda durması mümkün olmayan şeylerdir. Demokrasinin bulunduğu, genişlediği yerde tekeller azalır. Tekellerin güçlendiği yerde demokrasi azalır.
Bugün CHP saflarında toplanmış olan orta ve küçük burjuvazinin sınıfsal çıkarları, sınıf karakterlerine uygun gerçek istemleri, demokrasi için mücadeledir; faşizme karşı mücadeledir; tekelci burjuvaziye karşı her alanda mücadeledir.
Orta sınıflar demokrasiyi faşizme karşı korurlar, kurtarmaya çalışırlar. Ancak onlar bu işi tekelci burjuvazinin “demokrasisi”ni(!) kurtarmak çerçevesinde tekelci burjuvazinin iktidarı için yapmazlar. Bugün orta sınıfların temsilcisi(!) olduğu iddiasını taşıyan CHP yöneticileri, kendi sınıflarını kandırıyorlar. Demokratik muhalefeti, mevcut “demokratik” düzeni savunınak çizgisinde oligarşinin kısa dönemli programının gerçekleşmesine hizmet eden bir güç olarak kullanıyorlar. (Bu, faşizmin devamını istemek ve faşizmi korumaktır).
Mevcut “Demokratik” Ortamı Korumak Anti-Faşist Mücadelede Temel Alınamaz
Tekelci burjuvazinin krizine çare aramak için faşizme karşı kitlelerin uyutulması, yanlış hedefler gösterilmesi, bütün bunların faşizme engel olmak maskesi altında yapılması, ancak ve ancak faşizmin ilerlemesini sağlar. Faşizmi engellemek, MC hükümetini devirmekle eşit değildir. Faşizmi parlamento hesaplarıyla uğraşarak engellemek, parlamentodaki çoğunluğun oylarıyla “demokrasi”yi korumak mümkün değildir.
Faşizme karşı savaş, sınıflar mücadelesinin gereklerini yerine getirmekle verilebilir. Yoksa orta ve küçük burjuva kesimler içinde; tekelci burjuvaziyi atlatabiliriz, onu kandırabiliriz, iktidara gelinceye kadar varsın o bizi kendi programlarının bir aracı olarak düşünsün, biz onu atlatırız…. hayalleri mi yaygınlaştırılıyor? İktidar olduk, olacağız aldatmacası nasıl açıklanabiliyor, CHP’li yığınlar nasıl uyutulabiliyor, bugünün şartlarında bu değerlendirmeleriyle, bu politikalarıyla CHP yöneticileri hükümeti kursalar kime hizmet edeceklerdir? Bu iktidar orta sınıfların iktidarıdır diyebilir miyiz? Hayır. Bu, çöldeki adamın serap görmesidir. Gerçekten faşizme karşı olan bütün CHP kitlesi, oligarşinin bir kanadından kaynaklanan hayallere, yutturmacalara dikkat etmelidirler. Bütün bunlar, yukarıda açıkladığımız gibi oligarşinin kısa dönemli bir programıdır. Kitlelerin demokratik muhalefetini pasifize etmek, bastırmak, stratejik siyasi programının bir basamağı olarak faşizmin yaygınlaşmasına imkan sağlamaktır. CHP yöneticilerinin politikası; tekelleri, bu çalışmaları, amaçları, hazırlıkları karşısında hala dost bilmek, müttefik bilmek, faşizmi engellemenin ona karşı mücadeleden geçtiğini görmemek gibi öldürücü hatalara saplanmak sonucunu yaratır.
Faşizme karşı mücadele, orta sınıfların da var olma kavgasıdır. Bu, toplumsal kanunun (sınıflar mücadelesi kanununun) bize gösterdiği gerçektir. Bu kanunun disiplini altında sınıflar, toplumun tarihini yaratır: Kanun keşfedilmezden önce de topIumların belirli bir aşamasından sonraki gelişmesine hakimdir; bilindikten sonra da hakim olmaya devam ediyor (sınıfsız topluma kadar): Kanunun bilinmesi, ne hakim sınıflara kanunu değiştirme, ne de ezilen sınıfların temsilcilerine “sayım suyum yok, biz bu kanunu bilmiyorduk” deme imkanını verir. Tarih, beceriksiz temsilcilere temsil etme iddiasını taşıdıkları sınıfların önünde temize çıkına, kendilerini affettirene; bizler ölümle hayatın kardeş kardeş, barış içinde, birbirlerine zarar vermeden yaşayabileceklerini zannediyorduk; mücadeleyi, “kötü”’, yapılmaması gereken bir şey olarak görüyorduk, çünkü biz “iyi”yiz, daha doğrusu “iyi” idik, “iyi niyetli” idik diyerek masum(!) olduklarını iddia etme imkanını vermez. Sınıf mücadelesinin gereklerini yerme getirmeyen temsilciler, tarih tarafından sadece ve sadece şöyle anılacaklardır: Temsil ettikleri sınıfları satan, onlara ihanet eden hainler…
Faşizme Karşı Mücadele Devrim Sorunudur
Bugün hüküm sürmekte olan sürekli faşizmi görmezlikten gelip, faşizme karşı mücadeleyi sürekli faşizmin iki varyasyonundan birine karşı, açık faşizme karşı mücadeleye indirgemek; sürekli faşizmin diğer varyasyonunu, gizli faşizmi, burjuva demokrasisi olarak görmek çok yanlıştır. Böyle yanlış görüşler faşizme karşı tutarlı bir mücadele yürütemezler. Faşizme karşı mücadeleyi saptırırlar ve tekelci burjuvazinin bir kanadının şemsiyesi altına girerler; sonuç olarak, faşizme hizmet ederler.
Faşizme karşı mücadele, “demokratik” rejimi (gizli faşizmi) korumak biçimiyle sınırlanamaz. Bu, tekelci burjuvazinin kısa dönemde yapmak istediğidir, oyunudur. Açık faşizme karşı, açık faşizme geçiş girişimlerine karşı direnmek, mücadele etmek gerektir. Ama bunu yukarıda açıkladığımız bir temelden kalkarak yapamayız. O görüşten kalkarak açık faşizme geçişi engellemek mümkün değildir. Kitleleri faşizme karşı ayaklandırma, faşizmin her biçimine karşı aktif mücadeleye sokmakla ancak açık faşizm tehditleri engellenebilir. Açık faşizmi engellemeyi kitleleri pasifize etmekte görenlerin yanılgıları o kadar büyük ve o kadar tehlikelidir ki bu yanılgıları sadece kendilerini değil, kitleleri de faşizmin dişleri altında parçalanmaya götürür.
Faşizme karşı mücadele programı açık faşizmi engelleme çalışmalarını içerir. Fakat, açık faşizmi engelleme çalışmaları asla faşizme karşı mücadelenin esası değildir. Faşizme karşı mücadele ülkemizde esas olarak bir devrim meselesidir.
(1) Çarpık ekonomik yapı; tekelci burjuvazinin ta başından emperyalizm ile bütünleşerek gelişmesi, yukarıdan aşağıya kapitalizmin kurulması (metropollerdekinden farklı olarak) açısından düşünülmeli. Tekelci burjuvazi sosyal varlığını ancak ölçüsüz sömürüyle, ne pahasına olursa olsun bunu devam ettirebiImesiyle sürdürebilir.
(2) Bugün iktidar krizi, sömürücü sınıflar içindeki çatışmalardan ortaya çıkıyor, oligarşi ile halk arasındaki bir iktidar mücadelesinden değil. Bugün oligarşik diktatörlüğe alternatif olacak halkın örgütlenmiş ve iktidara talip bir siyasi hareketi, iktidar krizinin sebebi değildir.
(*) Bu yazı Devrimci Gençlik dergisinin 12 Şubat 1976 tarihli 5. sayısından alınmıştır.