Oligarşi İçindeki Çıkar Çekişmeleri “Anarşinin” Asıl Kaynağıdır
Ülkemizde hakim sınıflar tam bir çıkmazın içindeler. Hakim sınıfların iktidarı, işbirlikçi tekelci burjuvazi ile kapitalizm öncesi unsurlar arasındaki gerici bir ittifaka dayanıyor. Bu çelişmeli ittifak, ülkemizi tam bir azınlık diktatörlüğü -oligarşik diktatörlük- ile yönetiyor. Bu menfaat çetesi halkı sömürmek ve ona baskı uygulamakta birleşirken, kendi aralarında sömürüden alacakları pay yüzünden sık sık birbirlerine düşüyor ve dalaşıyorlar. İşte bu yüzden de ülkemizde sık sık iktidar krizleri meydana geliyor. Ülkemizdeki siyasi istikrarsızlığın maddi temeli hakim sınıflar arasındaki bu çelişmeli ittifaktır.
Bugün de ülkemizdeki faşist yönetim işte bu temel nedenle yine sallanıyor. Devrimci bir iktidar alternatifinin-düzenin gerçek alternatifinin-sübjektif koşullarının yokluğu nedeniyle rejim, iki alternatifle, burjuvazinin iki seçeneği ile karşı karşıya: Açık faşist bir diktatörlük veya mevcut nispi “demokratik” şartların sürmesi. Başka bir deyişle, “sertleşme” ya da “yumuşama”. Hakim sınıflar arasındaki menfaat kavgaları bugün bu iki ana siyasi tercihte ifadesini buluyor.
Demirel’in politik hedefleri yavaş yavaş açıklık kazanıyor. 12 Mart öncesi ile sonrasının bir sentezini arıyor: ‘‘Asker sivil karması’’ bir dikta… “Sertleşme” yanlılarının, bugün Demirel’le ittifak halinde bulunan fakat ondan da fanatik olan bir kesimi daha var.
Yaşadığımız günler, burjuvazinin kendine yeni yolunu; halkı soymanın, ezmenin, susturmanın yeni yolunu aradığı günlerdir. İşte bu nedenle, ‘‘sertleşmeyi’’ isteyenler tasmalarını bıraktıkları eli kanlı katil köpeklerini gençliğin ve halkın üzerine saldırtıyorlar, oligarşinin kanlı elleri yeni cinayetler işliyor. İşte bu nedenle geçen hafta faşistler Ankara’da önce ODTÜ otobüslerine hem de Genel Kurmay Başkanlığı’nın önünde, ertesi gün de beş ayrı fakülteye birden 30’ar kişilik gruplar halinde silahlı saldırılar düzenlediler. Şükrü Bulut adlı arkadaşımız bu yüzden öldü. Ertesi gün ise onun cenaze töreni için toplanan binlerce öğrenciyi polis, makinalı tabancalarla taradı. Onlarca ağır yaralıdan biri, bir kız arkadaşımız bitkisel hayata girdi ve öldü. İstanbul’da ve yurdun her yerinde buna benzer olaylar her gün sürüyor.
İşte TRT ve burjuva basın tarafından “karşıt görüşlerin çatışması” olarak kamuoyuna aktarılan bu “olay”lara dayanarak Demirel, sıkıyönetim ilan edeceğini, üniversitelere el koyacağını açıklıyor.
Artık bugün tüm halkımız şunu açıkça görüyor ki, bu kavga ‘‘karşıt görüşlere sahip gruplar arasındaki bir çatışma’’ değildir. Bugün apaçık ortada olan gerçeği, ne TRT, ne de burjuva basının “anarşi sürüyor” avazeleri gizleyemez.
Gerçek olan şudur ki, bugün bütün bir emekçi halk, tüm yurtsever ve devrimciler oligarşinin alçakça ve kanlı saldırılarıyla karşı karşıyadırlar. Mücadele, bu saldırıya boyun eğmeyen gerçek yurtseverlerle oligarşinin resmi ve sivil kanlı elleri arasında; namusla namussuzluk, yurtseverlikle hainlik, haysiyetle alçaklık arasındaki bir mücadele olarak sürüyor.
Bugün bu alçakça saldırılara muhatap olanlar ise, sadece gençlik değildir. Aynı kanlı saldırılar ülkemizin her tarafında öğretmen-işçi-memur tüm yurtseverlere karşı sürdürülüyor. Binlerce işçi işlerinden atılıyor. Yüzbinlerce işçinin ekonomik-demokratik mücadele olanakları ellerinden alınıyor. Tüm yurtseverler ve devrimciler üzerindeki baskılar alabildiğine yoğunlaştırılıyor.
Bu azgın faşist saldırılar karşısında bir tek doğru devrimci politika olabilir: Faşist zorbalığa aktif bir şekilde karşı çıkmak; örgütlü halk yığınlarının direnişini bir kale gibi faşizmin karşısına dikmek, faşist saldırıların kaynağını yok etmek. Bu nedenlerle faşizme karşı savaş bilincini ve kararlılığını yükseltmek anti-faşist mücadelenin özü olmalıdır.
Faşist Saldırılar Karşısında Disk ve CHP Yöneticileri Tutarsız Bir Politika Yürütüyorlar
Bu saldırılar karşısında devrimci-ilerici olmak iddiasındaki kuruluş ve örgütler ne yapıyorlar?
DİSK, CHP ve diğer sözde sosyalist ‘‘partiler’’, her vurulan öğrencinin arkasından basına sözlü, yazılı demeçler veriyor, faşistleri lanetliyorlar. (Bu konuda TİP ve TSİP, CHP’den daha geri: Onların demeçlerindeki ‘‘aman kıpırdamayalım; faşizm gelir’’ mantığı, halkın mücadele bilincini köreltmekten başka bir işe yaramıyor. Yani sadece faşistlerin işine yarıyor). Bu kuruluşlar bildiri yayınlamaktan başka da hiçbir şey yapmıyorlar.
Her şeyden önce şunu kesinlikle bilmek gerekiyor: Sadece bildiri yayınlamakla, demeç vermekle faşizme karşı mücadele verilemez. Lafla faşizmin yenilgiye uğratılamayacağını anlamak gerekir. Maddi bir şey ancak bir başka maddi şeyle bertaraf edilebilir. Faşizm her şeyden önce dizginlenemeyen bir zorbalık ve gericiliktir. Ona karşı olan herkesin bugün elindeki tüm imkanları ortaya koyması gerekir. Mücadelenin çok yönlü zengin koşullarında -hayatın her alanında- faşist saldırganlığa karşı dişimizle-tırnağımızla direnmek zorundayız.
Bu gerçek ortadayken, DİSK ve CHP yöneticileri bu örgüt bünyesindeki yurtseverlerin anti-faşist miting ve yürüyüşlere katılmamaları için çaba sarf ediyorlar. TÖB-DER mitinglerini engellemek için İçişleri Bakanı’ndan daha fazla çaba sarf ettiler!
Bugün faşizme karşı olan, gerçekten emekçi halktan yana olan herkes, her kurum, her örgüt omuz omuza vermek zorundadır. Sıkılı bir yumruk, tek bir yürek olmalıdırlar. Gençliğin ve emekçi halkın, tüm yurtseverlerin anti-faşist eylemde birliği: Bugün biricik doğru yol budur. Kim bu birliği kendi kişi-grup-örgüt çıkarları uğruna baltalıyorsa, halkın ve gençliğin saflarında suni sebeplere dayanarak ayrılıkçılık yapıyorsa, işçi sınıfına ve emekçi halka karşı da tam bir ihanet içindedir. Bu konuda önce DİSK yöneticilerinin durumu anılmaya değer: Onlar, işçi sınıfının ilerici-yurtsever kesiminin toplandığı sendikaları ellerinde bulundurmalarına dayanarak, kendi ‘‘iktidarlarını’’ korumaktan başka bir şey düşünmüyorlar. Faşist saldırılar karşısında ara sıra işçi sınıfı adına(!) ‘‘demeçler’’ veriyorlar. Faşizmin kendilerine bir zararı dokunmayacağını düşünerek, devrimci gençliğe saldırmaktan başka bir şey yapmıyorlar. 12 Mart öncesinde yoğunlaşan faşist saldırılara karşı da aynı kişiler böyle elleri kolları bağlı kalmışlardı. O zamanki Dev-Genç yöneticilerinin sürekli uyarılarına rağmen, faşizme ve devrimci gençliğe yöneltilen baskılara karşı çıkacak yerde, küçük burjuvazinin peşine takılarak, onların yaklaştığını düşündükleri iktidarlarında kendilerine yeni mevkiler garantilemek yolunu seçmişlerdi. 12 Mart faşizminin bütün yurtseverlere karşı yönelttiği baskılar kadar milyonlarca işçinin 12 Mart faşizminin zulmü altında tüm ekonomik demokratik haklarından yoksun bırakılarak, o dönemin en çok ezilen sınıfı olmasının da ağır tarihi sorumluluğunu üstlendiler. Evet, 12 Mart faşizmi kendi işçi ‘‘imparatorlukları’’na dokunmadı ama milyonlarca işçiye kan ağlattı. Onlar o zaman bu zulme ortaklık ettiler. Bu gün de aynı politikayı sürdürüyorlar. Devrimci gençliğe, goşist anarşist diye saldırırken faşist saldırılar karşısında CHP’ye kuyrukçuluk etmekten başka bir şey yapmıyorlar. Onlarınki, işçi sınıfına ve tüm emekçi halka karşı ihanet politikasıdır ve elbet tüm bu ihanetler karşılıksız kalmaz, bir gün hesabı sorulur.
DİSK yöneticilerinin kuyruğuna takıldıkları CHP’nin ise, keşke ‘‘perçemi olsa’’! CHP yöneticileri ve Ecevit, faşizmin saldırı ve tertipleri karşısında tam bir fırsatçı politika sürdürüyor. İlk olarak, demokrasi mücadelesini mevcut nispi demokratik şartların korunmasından ibaret görüyor; bunun da tek yolunun CHP’nin iktidarı olduğunu ileri sürüyorlar. Bugünkü mevcut siyasi rejimin adının demokrasi olmadığı artık Barolar Birliği’nin bile resmen ilan ettiği bir gerçektir. CHP’nin iktidarında bu ‘‘demokrasi’’nin ne kadar ‘‘demokratikleşeceği’’ ise geçen yılki iktidarında açıkça ortaya çıktı. Bugün ülkemizde devlet aygıtı içinde kurumlaşan faşizmin ortadan kaldırılması, demokrasinin gerçekleştirilmesi bir devrim sorunudur ve bu sorunu CHP iktidarı ile çözümlemenin olanaksızlığı ortadadır. CHP yöneticilerinin bugün sürdürmekte oldukları ve mevcut “nispi demokratik” ortamı koruma esasına dayanan politikaları, asıl olarak oligarşi içindeki yumuşama eğilimlerine cevap veriyor. CHP yöneticilerinin bu politikalarının, tekelci burjuvazinin ‘‘bu kesimiyle’’ bütünleşmeyi amaçladığını, o yoldaki bir gelişmeyi ifade ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu bir yana, CHP faşist saldırganlıklar karşısında son derece etkisiz kalıyor. Oysa faşistlerin teşhiri açısından onlar, bugün çok geniş imkanlara sahiptirler. CHP yöneticileri kendilerine rağmen faşist saldırılara karşı çıkan CHP’li yurtseverlere de baskı yapıyor.
Anti-faşist mücadelede CHP’nin politikası tutarsız olduğu kadar, etkisiz ve pasif bir politikadır. Tarihteki tüm faşist iktidarların kuruluşunda sosyal demokrat partilerin oynadıkları olumsuz rol, ihanet derecesine varan hatalar, sadece birer tesadüf değildir. Küçük burjuvazinin tanıdığımız, bildiğimiz kaypaklığının gelenekleşmiş kaderidir!
TİP ve TSİP’e gelince: Teslim etmek lazım ki, onlar anti-faşist mücadelede görevlerini layıkiyle yerine getiriyor, istediklerini gerçekleştiriyorlar(!). Zira üniversiteler son günlerde azgın faşist saldırıların arkasından süresiz olarak kapatılıyor. Onların da istedikleri zaten bu değil miydi? Yalnız bir nokta yeterince anlaşılamadı: Faşistler mi bizim ‘‘sol parti’’lerimizin “oyununa gelerek” üniversiteleri kapattırdılar, yoksa bizim “sol parti”ler mi, faşistlerin “oyununa gelerek”?!
Azgın faşist saldırılara karşı verilen mücadelenin başarıya ulaşabilmesi, sol hareketin saflarındaki bu konudaki yanlış eğilimlerin etkinliğinin giderilebilmesine ve faşizme karşı doğru bir politikanın izlenebilmesine bağlıdır.
O halde tüm emekçi halkın baş düşmanı faşizme ve azgın faşist saldırılara karşı mücadelede doğru bir politika etrafında, tüm yurtseverlerin birliği yolunda İLERİ! Gençliğin anti-faşist mücadelesindeki birliği için İLERİ!
(*) Bu yazı Devrimci Gençlik dergisinin 16 Ocak 1976 tarihli 4. sayısından alınmıştır.