Faşist saldırılar ve cinayetler her geçen gün artıyor. Faşist saldırganlığın artmasına paralel olarak ülkemizde bir yandan mevcut kurumsal faşizm derinleşir, açık faşizme geçmek için şartlar zorlanırken; bir yandan da en geniş halk yığınlarının faşist cinayetlere karşı tepkileri genişleyip, şiddetleniyor. Bu gelişmeleri doğru olarak kavramalıyız.
Evet, ülkemizde faşist cinayetlerin artmasına paralel olarak bir yandan da faşizm derinleşip koyulaşıyor. Faşizm, kurumsal olarak var olduğu devlet aygıtının en tepe noktalarından, devletin ve toplumun çeşitli kademelerine doğru derinleşip-genişliyor. Her geçen gün açık faşist diktatörlük taraftarları gelişmeleri o yöne doğru kanalize etmeye, şartları kendi çıkarlarına göre geliştirmeye çalışıyorlar.
Ülkemizdeki tüm revizyonistler faşizmin tırmandığını ileri sürüyor. Onlara göre ülkemizde faşizm yoktur ve ülkemiz bir faşizm tehlikesiyle karşı karşıyadır, “Faşizm adım adım tırmanmaktadır”. “Onlara göre ülkemizde bir burjuva demokratik diktatörlüğü vardır, faşist burjuvazi bunun yerine bir faşist diktatörlük kurmak istemektedir. Devrimciler bu faşist diktatörlük tehlikesine karşı mücadele etmelidirler”. İşte, İlke-Kitle-Halkın Kurtuluşu gibi çeşitli revizyonist yayın organlarının birleştikleri ana nokta budur. Farklı oldukları, hatta birbirlerine tamamen zıt oldukları birçok nokta bulunmasına rağmen (1); bu esaslı noktada, ülkemizdeki oligarşik diktatörlüğün faşist karakterini gizlemekte ve anti-faşist mücadeleyi bir açık faşist diktatörlüğün kurulmasını engelleme sorunu haline getirmekte birleşmektedirler.
Oysa Devrimci Gençlik dergisinin daha önceki sayılarında açıklandığı üzere, bugün ülkemizde burjuva diktatörlüğü anlamında bir demokrasi yoktur. Kapitalizmin yukarıdan aşağıya-emperyalizme bağımlı ve çarpık bir şeklide gelişmesi, devrimci bir demokratik devrim sürecinin yaşanmamış olması; emperyalizme bağımlı tekelci ve gerici nitelikteki bir burjuvazinin, iktidarı prekapitalist sınıflarla gerici bir ittifak halinde elinde tutuyor olması vb. gibi bir takım koşulların sonucu olarak ortaya çıkan bu siyasi rejim, bizim gibi sömürge-yarı sömürge ülkelere ve bu ülkelerin yeni sömürgeciliğin sonucu ortaya çıkan-yapılarına özgü; “sömürge tipi bir faşizm” dir. Bu yüzden demokrasi meselesi, her şeyden önce ve özünde bir devrim meselesidir. Bu yüzden demokrasiyi korumak değil kurmak söz konusudur. Bu yüzden demokrasiyi gerçekleştirmenin ve kurtuluşun tek yolu devrimdir. Bu nokta, kavranması gereken ilk noktadır.
Evet, bugün ülkemizde bir yandan faşistlerin saldırganlıkları ve cinayetleri artar, mevcut kurumsal-gizli faşizm derinleşirken; bir yandan da şartlar açık faşizme doğru sürüklenmeye çalışılıyor. Burjuvazi, iktidarını sürdürebilmek için faşizme dayanıyor. Bir yandan Ecevit’in açıkladığına göre ticaret odalarından mali destek gören “güvenlik kuvvetleri yardımcıları” yeni cinayetler işler, ardı kesilmeyen saldırılar düzenler, tüm halk üzerinde bir terör ve korku havası estirmeye çalışırlarken; resmi kuvvetler eksik kalan yerleri tamamlıyorlar. İktidarın halka, çeşitli demokratik kuruluşlara ve basına karşı pervasız uygulamaları adım adım koyulaşıyor. Çeşitli basın kuruluşları koyu bir baskı altında tutuluyor. Demokratik-ilerici gençlik örgütleri sinsi ve planlı bir baskı altında tutuluyor. Yöneticileri yaratılan çeşitli bahanelerle gözaltında tutuluyor, gençlik önderleri vurulup yok edilmeye çalışılıyor. Bu, içinde bulunduğumuz günlerdeki gelişmenin bir yanıdır.
Buna karşılık, bütün bu gelişmelerin bir başka yanı da geniş halk yığınlarında iktidara ve faşist baskılara karşı derin tepkilerin uyanmakta ve genişlemekte olmasıdır. İşsizlikle, faşistlerin işlediği cinayetler bütün ana-babalar üzerinde derin etkiler uyandırıyor. Öğrenci velileri dernekler kuruyor, politik girişimlerde bulunuyor.
Faşistlerin cinayetlerine karşı tüm yurtsever güçler ve kişiler bir şeyler yapmak ihtiyacını duymaktadırlar. En geniş halk yığınlarının politik duyarlığı artmakta, sol düşüncenin emekçi halka doğru yayılma ivmesi hızlanmaktadır.
İşte bugün, bu koşulların en doğru bir şekilde kavranılması, devrimci gençlik hareketinin içinde bulunduğu durumun gözden geçirilerek içinde bulunduğumuz koşullara uyan yeni taktik değerlendirme ve şiarların bulunması gerekmektedir.
Bugün devrimci gençlik eylemi, faşizme karşı en geniş halk yığınlarının direniş ve mücadele gücünü yükseltecek ve örgütlendirecek bir perspektiften ele alınmalıdır.
Gençlik hareketi bugün üniversitelerin dar kapıları arasında polis-yönetici-faşist cenderesi içinde sıkıştırılmış durumdadır. Okullar yöneticilerin gözetiminde-polis desteğinde bir avuç faşist zorbaya işgal ettiriliyor. Devrimcilerin mutlak olarak çoğunlukta olduğu okullar birer ikişer faşistlerin işgali altına geçiyor veya buna çalışılıyor. ADMMA gibi 17.000 öğrencinin büyük çoğunluğunun devrimci olduğu bir okulda bile, 40-50 faşistin kontrolü kurdurulmaya çalışılabiliyor. Binlerce öğrenci ya bu 40-50 faşiste boyun eğecek, ya kurşunu yiyecek, ya da okul kapanacak. Öyle bir denklem ki her halde faşistler kazanacak! Bugün bu durum aşağı yukarı her okulda aynı.
Bu “denklem” parçalanmalıdır! Bu cendereden çıkmanın yolu bulunmalıdır.
Devrimci gençlik hareketinin bu alandaki en büyük problemi mücadele alanının hareket olanağı taşımayan özelliğidir. Devrimci gençlik hareketi gelişmesinin belirli bir noktasında adeta hareketsiz bir hedef tahtası haline dönüşüyor. Gençliğin demokratik eylemi bugün üniversitelerin statik-dar kapılan arasına sıkışıp kalmaktadır. Belirti bir alanda, düşmanın taktik kontrol ve üstünlüğü altında mücadelenin yükselişi ve başar şansı sınırlı kalmakta, bir noktadan sonra adeta hareketsiz bir hedef tahtası oluşturulmaktadır. Gençliğin hızlı uyanışı, siyasi gerçekleri toplumun diğer tüm kesimlerinden hızlı bir şekilde kavrayarak eylemini yükseltmesi, genel halk hareketinin ilerisindeki boyutlara ulaşması, bu sorunu yaratan başlıca etkendir. O halde çözüm nedir? Çözüm, herhalde bir yığın oportünistin yaptığı gibi gençlik hareketini kitleden kopuk goşizm-anarşizm diye mahkum etmek ve gençliğe “aman dur-bekle, kıpırdama, oyuna gelirsin, halk da uyansın da öyle” diye kocakarı öğütleri vermek değildir. Yapılması gereken, gençliğin eylemini kendiliğinden hareketlerin seviyesine indirmek değil; kendiliğinden hareketleri devrimci bir şekilde yükseltmek olmalıdır.
Sorunun doğru kavranışı, bize doğru ve devrimci çözümü gösteriyor. Çözüm, adeta sorunun içinde görünüyor. Üniversitelerde üst üste darbeler yenilir ve başarısız sonuçlarla karşılaşılırken; Altındağ’da faşistlere karşı Altındağ halkının gösterdiği şiddetli tepki, bize ders verecek niteliktedir.
Devrimci gençliğin yüksek düzeydeki devrimci potansiyeli, üniversite kapıları arasındaki sıkışıklığından sökülüp çıkarılmalı, statik bir savunma durumundan çıkarılarak, özgürce gelişip yayılabileceği alanlara doğru genişletilmeli, yaygınlaştırılmalıdır. Hareket alanları geniş olan halk yığınları içinde devrimci gençlik hareketi geniş olanaklara ulaşacaktır. Bu, elbette üniversiteleri savunmaktan vazgeçerek faşistlere terk etmek anlamına alınamaz. Tam tersi, üniversiteleri faşistlere birer ikişer terk etmemek için geniş halk yığınlarını, en geniş demokratik kamu oyunu harekete geçirmek için mücadele etmeliyiz.
Yukarıda tespit ettiğimiz gibi, bugün geniş halk yığınlarının ve emekçi yığınlarının politik duyarlığı artmış, halkın kendiliğinden mücadelesi yükselmiştir. Ülkemizde sol hareketin içinde bulunduğu süreç de zaten sol düşüncelerin emekçi yığınlara doğru yaygınlaşması sürecidir. O halde devrimci gençlik hareketi halk yığınlarıyla bütünleşme yolunda ileri atılmalıdır. Devrimci gençliğin eylemi, geniş halk yığınlarının anti-faşist duyarlılığını artıracak, direniş ve mücadele gücünü yükseltecek ve anti-faşist halk hareketlerini örgütlendirecek bir perspektiften ele alınmalıdır.
Bugün, sadece halk yığınlarında ilgi uyandıracak eylemler, mücadelenin ulaştığı seviyeye göre geri bir noktadır. Bu noktadaki gençlik eylemleri ve gösterileri yetersiz kalmaktadır.
Artık halk yığınlarında belirli bir seviyeye gelen duyarlığı derinleştirip doğru siyasi düşünceleri halka kavratacak, onların anti-faşist eylemini örgütlendirecek demokratik eylem biçimlerini bulmak gerek!
Sorunun bu şekilde kavranılışı, gençlik hareketinin içinde bulunduğu bir çok problemi çözmeyi kolaylaştıracaktır. Bugün devrimci gençlik hareketi gözlendiği taktirde, yukarıda ortaya koymaya çalıştığımız ana soruna bağlı olarak bir çok sorunun olduğu görülür. Dar bir alanda çok geniş kadrolar bulunmasına rağmen, belirli bir görev bölüşümüne dayalı bir çalışma olmadığı için her şey karmakarışıktır. Dağınıklık belirgin olarak ortaya çıkıyor. Mücadele dar bir alana sıkıştığı için zaman zaman bir bıkkınlık ve bezginlik görülüyor.
“Muhalefet” bir sürü kitle edebiyatına rağmen, içine girdikleri “kitle eylemi humması” ile birlikte muhalefet için muhalefet” adına bir keskinlik yarışı yaratarak gençlik hareketi içinde kümeleniyor ve “muhalefetin muhalefeti”, “muhalefetin muhalefetine muhalefet” gibi bir keşmekeşe, bir kaosa sürükleniliyor. “Eylem”, amaçlarından sıyrılarak bir rekabet aracı haline dönüşüyor. Bu “yarış” içinde sık sık Tuzluçayır’da olduğu gibi, sosyal pratiğin şamarı ile karşılaşılıyor! Beri yanda şunu söylemeden geçmemeliyiz:12 Mart dönemi ve sonrasındaki dönemde yoğun olarak işlenmiş olan “provokasyon” düşüncesi, gençlik hareketi içinde tam olarak silinip atılmış değildir ve zaman zaman bu etkilerin izleri görülebilmektedir.
Hareketin genel durumu içinde bir de kadro sıkışıklığının yarattığı durum vardır. Devrimci Gençlik hareketi içinde yetişen birçok unsur, mücadelenin çeşitli alanlarına aktarılamadığı için -ki bu durumun başlıca sorunu bir proletarya partisinin bulunmamasıdır- yetişen kadrolar üstte tıkanıp kalmakta, kadroların yenilenmesi gerçekleştirilememekte, kitlelerle kadrolar arasındaki üye alış verişi vasıtasıyla oluşan bağlar ortadan kalkarak, kitle bağları bu açıdan zaafa uğramaktadır.
İdeolojik-teorik problemlerin halledilmemiş olması, görev bölüşümünün olmaması, kolektif çalışmanın yapılamaması ile birlikte tüm bu sorunlar, gençlik hareketinin bugün aşılması gereken güçlükleridir. Bu sorunların tümünü yukarıda ele aldığımız temel soruna bağımlı olarak çözmek için çaba sarf edilmelidir.
Bugün gelişen duruma bağlı olarak anti-faşist sloganlarımız bizi geniş halk yığınlarıyla birleştirmeye, doğru şiarları halk yığınlarına kavratmaya ve anti-faşist halk hareketlerini yükseltmeye yönelik olmalıdır. TEK YOL DEVRİM, KAHROLSUN OLİGARŞİ, KURTULUŞA KADAR SAVAŞ, BAĞIMSIZ TÜRKİYE, KAHROLSUN FAŞİZM, KAHROLSUN EMPERYALİZM gibi geniş yığınlarca benimsenen temel sloganların yanında, gelişen yeni koşullarla halk yığınlarında kendiliğinden meydana gelen tepkileri doğru siyasi içerikli sloganlarla ifadelendirerek bu sloganları halk yığınlarına götürmeliyiz. FAŞİSTLERE ZİNDAN-HALKA ÖZGÜRLÜK, FAŞİZME NİHAYET HALKLARA HÜRRİYET gibi ekonomik demokratik talepler ileri süren sloganlar açıklayıcı bir ifade taşırlar ve bu sloganların yan sloganlar olarak kullanılması yanlış değildir. KAHROLSUN OLİGARŞİ gibi sloganlar da OLİGARŞİ İKTİDARDAKİ BİR AVUÇ SÖMÜRÜCÜ VE ZORBA`dır gibi izah edici sloganlarla beslenmelidir.
Özetle, temel sloganlar mücadelenin çok yönlü zengin koşullarında bizi halk yığınlarıyla birleştirecek şekilde zenginleştirilmeli ve halktaki kendiliğinden tepkileri doğru siyasi görüşlere kanalize edecek şekilde taktik sloganlarla desteklenmelidir.
Elbette Devrimci Gençlik hareketinin sorunlarının bu şekilde ortaya konmasıyla hiçbir şey halledilmiş olmuyor. Aksine bu tespitler sadece bu sorunlara doğru bir yaklaşım perspektifini veriyor. Zaten bundan ötesinin halli için önceden hazır bir reçete yoktur. Bundan ötesi mücadelenin somut pratiğinin sıcak ve canlı koşullarında çözülecektir. O halde….
ANTİ-FAŞİST SLOGANLARIMIZ BİZİ EN GENİŞ HALK YIĞINLARIYLA BİRLEŞTİRSİN!
DEVRİMCİ EYLEMLERİMİZ FAŞİZME KARŞI HALKIN DİRENİŞ GÜCÜNÜ YÜKSELTSİN VE ÖRGÜTLENDİRSİN!
YURTSEVERLERİN BİRLEŞİK EYLEMLERİ FAŞİSTLERİN YÜREĞİNE KORKU SALSIN!
(1) Örneğin Halkın Kurtuluşu’nun ve Halkın Sesi’nin, revizyonistleri sosyal faşistler olarak değerlendirmeleri gibi -ki bu “sosyal faşistlerle” beraber faşizme karşı yürüyüşlere katılmanın ne derece tutarlı olduğu sorulsa, bunu mutlaka “izah” ederler!
(*) Bu yazı Devrimci Gençlik dergisinin 19 Nisan 1976 tarihli 7. sayısından alınmıştır.