Ülkemiz solu 12 Mart sonrası “ayrışım sürecinin” tamamlanmasına doğru gelişiyor. Bir “yenilgi sonrası ayrışımının” özelliklerini taşıyan bu olağanüstü karmaşanın artık son dönemlerine giriyoruz. Ayrışma eğilimi, yerini yeni dönemde saflaşma eğilimine terkedecek. 12 Mart sonrasının ayrışım süreci nasıl bir yenilgi sonrasının bataklığında maddi temellerini bulduysa, saflaşma da sınıflar mücadelesinin giderek keskinleşmesinin zorunlu bir sonucu olacaktır. Saflaşma sürecinin maddi koşulları bir önceki dönemin ürünlerini reddedecek, bataklıkta “varlık” koşullarını bulan kırk çeşit grupçuk, bataklığın kurumaya başlamasıyla varlık şartlarını kaybederek sınıflar mücadelesinin katı yasaları gereğince yok olup gideceklerdir. Sınıflar mücadelesinin tercihleri -karmaşık da olsa ‘katı’dır.
Gruplar, eğilimler, ya da kişiler, gelişen mücadele karşısında belirli fonksiyonlara sahip olabilirler. Bu fonksiyonların tayin ettiği ayrım çizgileri gittikçe belirginleşerek diğer bütün sübjektif -yada suni- ayrım çizgilerıni siler. Saflaşma eğilimlerini gündeme getiren, dayatan olay budur.
Ne var ki bu olay, büyük ölçüde kendiliğinden bir süreç karakterini taşımaktadır. Devrimciler bu gelişme karşısında görevlerini doğru olarak tespit etmelidirler. Ki, böyle bir tespiti sağlayacak olan şey, doğru bir durum değerlendirmesinden dünün bugün içindeki yerinin, bugünün gelecek için ifade ettiği gelişme yönünün doğru tespitinden geçer.
Ayrışma Süreci Saflaşma Sürecine Dönüşüyor
Devrimci Gençlik dergisi yayınlanmaya başladığında kimin neyi söylediğinin, neyin ne olduğunun pek belli olmadığı karmakarışık bir ortam, tam bir “teorik keşmekeş” hüküm sürmekteydi. Bir bakıma 1971’lerdeki tespitlere son derece benzeyen bir durumdu bu. Devrimci hareketin yenilgisi sonucu sarmal gelişim doğrultusunda ulaşılan bu yeni konum, eskiyle çakışan yanlara sahip, eskinin olumlu ve olumsuz uzantılarını içeren bir karakter taşıyordu.
Çıkış bildirimizde ve ilk baş yazımızda bu konu üzerinde özellikle durmuştuk. Evet 1971 Devrimci Hareketi geleneksel revizyonist çizgileri önemli noktalardan parçalayarak gelişmişti. Sol hareket bir aydınlar hareketi olmaktan belirli ölçülerde kurtulmuş, düzene karşı ilk defa bir iktidar alternatifi olabilmeyi -potansiyel anlamda da olsa- ortaya koyabilmişti. Fakat bütün bunlara rağmen, yenilgi içinde yaşanılan koşullan- örgütsel dağınıklığın teorik keşmekeşle kucaklaştığı, teorik keşmekeşin, yılgınlığın, pasifizmin ve teslimiyetin sınırsız parçalanmanın koşullarını oluşturduğu bu tarihsel dönemi- yansıtmıştı. Böylesi bir dönem, esas itibariyle bir ayrışım dönemi oldu. Devrimci hareket yediği darbeler, revizyonizmin saldırıIarı karşısında bir toparlanmayı gerçekleştiremedi, aksine yeni bölünmeleri gündeme getirdi. Ortam, revizyonizmi, dönekliği, teslimiyeti besleyen bir ortamdı. Geçmişe küfretmek, geçmişin devrimciliğini karalamak “‘marifet” addedildi! Provokasyon mantığı, alabildiğine yaygınlaştırıldı (12 Mart döneminin faşist propogandasının artıkları bunu özellikle kolaylaştırmakta idi). Bu koşullar bir çok iyi unsur üzerindeki kararsızlık eğilimlerinin etkinliğine yol açtı. Bölünmeler en aşırı ölçülere ulaşacak biçimde gündeme geldi. Birçok insan, bir çok iyi unsur bir “arayış” sevdasına tutuldu. “Arayış” da, “kararsızlık” da hep geçmişin inkarını ve revizyonizmin güçlenmesini sağlayan eğilimler olarak felsefi idealizmin metafizik yönteminden beslendiler.
Felsefi idealizmin yöntemi metafiziktir. Metafizik en özet bir ifadeyle tek yanlılığa tekabül eder. Geçmişi ele alışta tek yanlılık daima İNKAR’a ulaştı. Geçilen dönemde işte böylesine tek yanlılığın bir çok biçimi tarafından yaratılan bir inkar furyasını yaşadık. Tam bir bağrış çağrış arasında yaşadığımız kırk yıllık oportünist görüşlerin her gün yeniden keşfedildiği (!) bir yenilgi sonrası karmaşasından başka bir şey değildi.
Devrimci Gençlik dergisi, “Gençliğin Devrimci Eyleminin Birliği” şiarını atarak mücadeleye atılırken, içinde bulunulan şartlara nereden müdahale edilmesi gerektiğini doğru olarak tespit etmişti. Gençliğin toparlanması ve birliği, solun birliğine bağımlı idi. Ama sol için “birlik” kısa sürede bir “hayal”di. Sol hareketin içinde bulunduğu sorunları çözüme ulaştırmak, ancak “sistemli ve örgütlü bir ideolojik mücadele” ile çözülebilirdi. Politik birlik uğruna ideolojik ayrılıkların karşısına dikilmek gerici bir tavrın ifadesi olurdu. ideolojik mücadele, sol hareket saflarındaki burjuva kalıntılarını deşifre ettikçe yeni bölünmeler kaçınılmazdı. Bu ayrışım sürecinin yaşanması kaçınılmazdı.
Oysa gençlik hareketinin birliği, “devrimci eylemde birlik” ve gençliğin eylem birliği, devrimci hareketin birliği için bir adım da olacaktı. (Kimileri bizim bu tespitimizi gençliği temel aldığımıza(!) ya da önce Dev-Genç’i yeniden kurup, sonra parti kuracağımıza yordu. Revizyonistler ve bazı geri zekalıların bu iddialarını biz ciddiye almadık, DGM savcısı ciddiye aldı.) Devrimci Gençlik Dergisi, tespitlerinin ve yönünün doğruluğu nedeniyle başarıya ulaştı.
Ancak, Devrimci Gençlik dergisinin amaçladığı hedeflerin hepsini en iyi bir şekilde başarabildiği sanılmamalıdır. Çeşitli subjektif eksiklikler ve nedenlerle birlikte, içinde yaşanılan tarihsel dönem “müdahalenin” gerektiği kadar etkin olmasını engellemiştir.
Devrimci Gençlik baş yazılarının bir dökümü yapılırsa; ideolojik olarak getirilen görüşlerin, içinde yaşanılan ayrışım sürecinin hızla geçilmesine hizmet etmeyi ve eylemde birliğe yönelen bir saflaşmayı sağlayabilmeyi hedeflediği gözlenebilir.
Devrimci Gençlik dergisinin mücadelesi, Gençliğin Devrimci Eyleminin Birliği şiarı ile ifade edilen bir doğrultuyu esas alıyordu. Bugünlerde kurulma hazırlıklarının tamamlanmakta olduğunu bildiğimiz bir Devrimci Gençlik Federasyonu ile bu şiar hayata geçiyor. Böyle bir gelişme aynı zamanda ülkemiz solunun içindeki ayrışım döneminin yerini bir saflaşma dönemine bırakmaya başladığı bir sırada oluşmaktadır.
Türkiye Solu Bir Saflaşma Dönemine Girmektedir
Genel olarak dünya çapındaki gelişmeler, özel olarak bu gelişmelerin ülkemize yansıması ile birlikte sınıflar mücadelesinin giderek keskinleşmesi bir saflaşma eğilimini gündeme getirmektedir.
Saflaşma, bu haliyle kendiliğinden bir eğilimdir. Sınıf mücadelesinin gelişmesi, insanları ya da grupları gerçek ayrım çizgilerinin içine girmeye zorlamaktadır. Böylece geçtiğimiz dönemde her grupçuğun varlık gerekçesi olan şu veya bu sorun konusundaki “özel görüşler” “önemini” yitirerek esas belirleyicilere yerlerini terk etmek zorundadır. Bu esas belirleyiciler devrim mücadelesinin tayin edici temel sorunlarından başka bir şey değildir. Görünüşte farklı farklı şeyler söyleyen bütün “farklı” eğilimler, sosyal pratiğin keskin ve katı aynıcılığı karşısında sınıflar mücadelesinin karşısındaki gerçek mevzilerini almak zorundadırlar. Kavganın patlama sesleri, söylenen “laf”ların bir anda unutularak herkesin kendisini belli bir siperin arkasına atmasına yol açar. Oysa bu mücadelenin kırk tane siperi yoktur. Herkes ancak belli “iş”leri tutabilir. Devrim kaçakları devrim kaçakları ile, burjuva ajanları burjuva uşakları ile, devrimciler devrimcilerle siperlerde böyle buluşup kucaklaşır. Sosyal pratiğin belirleyiciliği budur.
Teorik Netleşme Kavranılacak Esas Halkadır
Ancak böylesi bir eğilimi gündeme getiren kendiliğinden gelişme karşısında devrimci tavır, sosyal pratiğin safları belirlemesini bekleme tavrı olamaz. Bu tarihsel durumu sadece tespit etmek yetmez.
Saflaşma eğilimi bilinçli bir eylemle hızla tamamlanmalıdır. Devrimciler, içinde bulunduğumuz ayrışım sürecini sona erdirerek doğru devrimci düşünceler etrafındaki saflaşmayı gerçekleştirme yolunda hızla bilinçli eyleme atılmalıdırlar. Leninizm bize şunu öğretir: Program ve taktiklerin temel sorunlarında birlik sağlanamadığı sürece, ayrı ayrı çevreler dönemini aşamamışız demektir. Program ve taktikler konusunda netleşme, saflaşmaya yönelen ve ona tekabül eden ilk nokta sayılmalıdır ve saflaşmaya yönelik bilinçli eylemin odak noktası olmalıdır.
Devrimci geçmişin ele alınışındaki durum, dün olduğu gibi bugün de tayin edici bir rol oynamaya devam edecektir. Devrimci hareket günümüz Türkiye’sinin ve dünyanın somut koşullarını irdeleyerek, kendi devrimci doğrultusunu ilerleterek netliğe kavuşacak ve yetkinleşecektir. Bu bakımdan devrimci çizgimizin geçmişi, teorik, örgütsel ve siyasi pratik açılardan eleştirilebilir ve eleştirilmelidir. Ama böylesi bir eleştiri gerekliliği, onu bir yerinden tutup çekiştirmek, parça parça ele alarak “yanlışlığını ispat etmek” çabaları ile karıştırılmamalı. Bugüne kadar geçmişin ele alınışında bu tarz “eleştirel yaklaşımlar” esas olmuştur. Kendisini dünyanın en akıllı adamları sananlar, baştan reddettiği görüşleri eleştirebilmek için onun en kaba bir karikatürünü çizerler. Tabii “ince” tahrifat ve çarpıtmalar bu işi yaparken çok “iş” görürler. Sonra artık “savunulamaz” hale gelen “görüş”ün karşısına geçilip diyalektikten, marksizmden, vs. bol bol söz edilerek rahat rahat “eleştiri” döktürülür!
Elbetteki hiçbir zaman Lenin’in “Siyasi görüş ayrılıkları, insanları olayları karşı tarafın vicdansızlığına, hilekarlığna ve yakın bir parçalanma atmosferi içinde daha sık duymaya başladığımız böyle nazik deyişlere dayanarak yorumlamaya sevk etmemelidir. Buna müsaade edilmemelidir. Çünkü böyle bir davranış mantıksızlığın en aşırısı olur” (1) sözleri hatırdan çıkarılmamalıdır. Ama bu deyişlere bugün çoğu kere mecbur olduğumuzu da belirtmeliyiz.
“Eleştirel yaklaşımlar” konusunda daha somut incelemeler için bu dergi sayfalan yetersiz olsa bile bu konuda bir kaç örnek etrafında şimdilik üç-beş söz söylemekte yarar var.
Kurtuluş Sosyalist Dergi geçmişe çeşitli açılardan “eleştiriler” getiriyor. önce şunu söyleyelim. Ne kadar olumsuz görüşler yer alırsa alsın, hatta bu görüşler “görüş” tanımının yaratacağı tüm çağrışımların zıddı bir özü ifade ederse etsin, böyle bir çabayı olumlu karşılamaktayız. Zira bu “çabalar ‘ sonuçta, içinde bulunduğumuz boz bulanık ve kimin neyi savunduğunun belli olmadığı koşulların aşılması yönündeki gelişmelerden, netleşmeden başka bir şeye hizmet edemez. Kimin ne söylediği ortaya çıkmalıdır.
Ancak aynı olumlu düşünceleri, söz konusu derginin içeriği hakkında taşıyamıyoruz. Eleştiri iki biçimde sunulabilir: Ya eleştirilen görüşün sistematiği içinde kalınır, o sisteme ters düşen parçalar hedef alınır -ki bu halde sistemin özünü oluşturan esaslar saklı kalır- ya da sistemin tümüne, özüne yöneltilir. Bu şekildeki bir eleştiri, bir başka sistem tarafından yöneltilmelidir. Eleştirilen sistemin yerine konulan şey ortaya çıkarılmalıdır. KSD’nin eleştitirilerl bu şekilde bir bütünlük taşımıyor ve konunun kendilerine en yakın noktadan yakalanarak çekiştirilmesi yolu tercih ediliyor. Bu biçimde Kemalizm, evrim-devrim “eleştirisi”de hem sisitemin özünü reddetmeye yönelen, hem de içinde katmaya çalışılan eleştiriler olarak görülmektedir.
Önce Kemalizm eleştirisini ele alalım. M.Çayan’ın Kemalizm tahlili eleştirilirken, bu konuda “yeni” bir şeyler söylenmeye çalışılıyor. Sonuçta Devrimci Harekete yöneltilen eleştirilerin temel bir noktası görünümünde şu sonuca varılıyor: “Geçmiş hareketin etkinliği altında Kemalizm sorununa getirilmiş olan bakış, pratikte devrimin müttefiklerine karşı yanlış tutum ve müttefiklerin doğru olarak ayırdedilmeyişini getirmiştir” (abç) (2) Bu tespit, geçmiş açısından oldukça önemli bir iddiadır ve söylenmek istenen çok açıktır. Kemalistler, küçük-burjuva devrimcisi olarak görülmüş, ittifak ilişkisine girilmiştir. Peki bu eleştirinin arkasından gelen “Ancak geçmişe özgü olan, sağındaki güçlerden devrim bekleme anlayışı kesinlikle yenilmiştir” (3) cümlesine nasıl anlam vereceğiz? Pratikte cuntacılık olarak daha önce, daha başkaları tarafından çeşitli biçimler altında yöneltilen birinci değerlendirme yapıldıktan sonra kesin bir geriye dönüşle sistemin içine girme gereği duyulmaktadır!
Bu husus, evrim-devrim konusundaki yaklaşım için de doğrudur. Evrim-devrim konusu gibi önemli bir konuda kesin eleştiriler getiriliyor. Bu “eleştiriler” getirilirken konu “diyalektik” bir şekilde karmakarışık edilerek saptırılıyor. Devrim aşaması nitelik sıçraması ile, devrimle, özdeşleştiriliyor. Evrim ve devrim aşamaları arasındaki ilişki, nicel birikim-nitel sıçrama biçiminde sadece birincinin ikinciyi hazırlaması olayına indirgeniyor. Bu suretle belli bir devrim ve çalışma tarzı anlayışının bir parçası olarak ele alınabilecek olan bu konu bunlardan soyutlanıyor, Uzun bir hazırlık dönemi olarak bir evrim döneminin zorunlu olduğu şeklindeki sonuçla (ileri kapitalist ülkelerdeki proletaryanın devrim biçimine bağlı olan bu anlayışla), gerçekte halk savaşı fikri reddedilmektedir Ancak Kemalizm konusundaki olay bu noktada yine tekrarlanmakta, evrim-devrim döneminin iç içeliği reddedilirken, onun bağımlı olduğu sonuçlara kadar götürülememekte, dolaylı ifadelerde (devrim aşamasının uzun bir aşama olması fikrinin reddedimediği ima edilerek) yine sistemin içine dönme eğilimleri gösterilmektedir.
Gerçekte evrim ve devrim aşamaları kavramlarının proletaryanın iktidar mücadelesi süreciyle ilgili kavramlar olduğu göz ardı edilerek konunun salt diyalektikçi(!) açıdan incelenmesi, KSD’de gördüğünüz cinsten diyalektik üzerine sofistik bir gösteriden (!) öteye gidemezdi.
Evrim-devrim aşamaları, proletaryanın devrim mücadelesi süreçleri ile ilgili kavramlar olarak devrim anlayışına sıkı sıkıya bağımlı bir şekilde ele alınmalı ve özel olarak incelenmel,dir. Biz de KSD’nin bu konudaki görüşlerini bu açıdan değerlendirmek zorundayız.
KSD, görüşlerini doğrulamak için M.Çayan’ın Aydınlık Sosyalist Dergi’nin 20. sayısındaki yazısından (4) bir alıntı yapıyor ve “….yazıda evrim devrim dönemleri sorunu doğru ve açık bir biçimde konulmuştu” diyor (5). “Gerçekten de…” diye başlayan bu paragraf, M.Çayan’ın Dr. Hikmet’ten yaptığı şu alıntıyı izlemektedir: “Sosyal gelişim iki konakta olur. 1-Evrim aşaması, 2-Devrim aşaması. Sınıflı bir toplumda evrim aşaması uzun sürer. Bir sosyal sınıf iktidarı, verili üretim ilişkileri çerçevesinde uzlaşmazlıkları uzlaştırıp biriktirir. Biriktirim son haddine geldi mi, üretim ilişkilerinin çerçevesi çatlar. Oldukça kısa süren devrim aşaması başlar.Bu alt üstlükler arasında iktidar, bir sosyal sınıf elinden bir başka sınıf eline geçer”(6). KSD yazarlannın asıl “doğru ve açık” buldukları yer burası olmalıdır. Zira M.Çayan alıntıyı takiben, bu alıntıyı doğrulayarak görüş getiriyor. Burada formüle edilen anlayış “sovyetik ayaklanmaya tekabül eden bir anlayıştır. Ve ileri kapitalist ülkeler için geçerli bir formülasyondur. Mahir Çayan’dan bu alıntı yapılırken, aynı yazının sonundaki şu dipnotun önemi de görülmeliydi.
“Marksist çevrelerde Lenin’in ‘Devrimci Durum’ teorisi, bugün yarı-sömürge ülkelerde tartışlan bunun halk savaşı vermek zorunda olan ülkeler için değil kapitalist ülkeler için iddia etmektedir. Örneğin C.K.P. Genel Sekreteri Beşir Hacı Ali. Diyor ki B.H.Ali ‘Durumu doğru değerlendiremememizin hemen akla gelen sebeplerinden biri de… devrimci bir durumun gelişmesi konusunda yaptığımız değerlendirmelerin yüzeyde kaldığıdır. Komünist Partisinin inandığı Kasım 1954’te şartların ulusal kurtuluş savaşı vermemiz için elverişli bir olgunluğa erişmemiş olmasıydı. Çünkü Lenin’in koyduğu şartlar henüz gerçekleşmemişti. Ne var ki Lenin’in koyduğu bu şartların kapitalist ülkelerle ilgili olduğunu ve askeri eylemlerle ayaklanmanın farkını unutuyorduk” (7).
Açıktır ki Mahir Çayan’ın görüşleri daha sonra Dr.Hikmet’ in açıkladığı teorik zemini terk ederek bu tespit doğrultusunda gelişmiştir. Onun yaptığı, halk savaşı teorisinin geliştirdiği perspektiften ve III.bunalım döneminin değişen koşulları ışığında bu konunun incelenmesidir. Bu konunun tartışılması ve eleştirisi de bu perspektiften mümkün olabilir. KSD’nin yaptığı ise: daha geriye giderek, eskiyen tahlilleri, yeni tahlillerin önüne dikme çabasıdır. Böyle bakınca, Mahir Çayan önceden bildiği diyalektiği sonradan unutmuş olmalıdır(!).
Bu hususu Mao şöyle açıklıyor: “İçerde, burjuva demokrasisini (feodalizmi değil) uygulayan kapitalist ülkeler, faşist değillerse, ya da savaş halinde bulunmuyorlarsa,…proletarya, partilerinin ödevi, işçileri eğitmek ve uzun bir yasal mücadele ile kuvvetlenmek ve böylece, kapitalizmin kesin, yıkımına hazırlamaktır. Savaşmak istedikleri bir savaş varsa o da hazırlandıkları iç savaştır. Ama bu isyan ve savaş, gerçekten aciz kalıncaya kadar, proletaryanın çoğunluğu silaha sarılıp dövüşmeye azmedinceye kadar ve kırsal yığınlar proletaryaya seve seve yardım edinceye kadar başlatılmamalıdır. Ve böyle bir isyanı ve savaşı başlama zamanı gelince, atılacak ilk adım kentleri işgal etmek ve sonra kırsal bölgelere doğru ilerlemektir.. Ve bundan başka bir yola başvurmamaktır. Bütün bunlar, kapitalist ülkelerin komünist partileri tarafından başarı ile yapılmaktadır ve Rusya’da Ekim Devrimi ile doğrulukları sınanmıştır”. “Savaşmak istedikleri bir savaş varsa o da hazırlandıkları iç savaştır” denilen kısma kadar olan yerleri Lenin’in çeşitli eserlerinden özetlediği dipnotla belirterek şöyle devam eder Mao: “Ama Çin farklıdır. Çin’in ayırıcı özellikleri, bağımsız ve demokratik olmaması, ama yarı-sömürge ve yarı-feodal olması yani içeride demokrasinin bulunmaması… emperyalizmden baskı görmesidir… Temelde, komünist partisinin buradaki ödevi, isyan ve savaş başlatmadan önce uzun (abç) bir yasal mücadele döneminden geçmek değildir. …önce kentleri ele geçirmek ve ondan sonra kırsal bölgeleri işgal etmek değildir… Çin’de, savaş, mücadelenin temel şekli; ve ordu örgütlenmenin temel şeklidir. Yığın örgütleri ve yığın mücadelesi gibi öbür şekiller de son derece önemlidir… ama onların amacı savaşa hizmet etmektir… Çin proletarya partisinin temel ödevi, partinin hemen hemen başlangıcından beri karşı karşıya kaldığı ödevi… silahlı mücadeleler örgütlemektir”(abç) (8).
Bu uzun alıntı, gerçekte Dr.Hikmet’in yazısı ile birlikte herşeyi açıklamaya yeterli sayılabilir. Uzun bir hazırlık aşaması olan evrimin kısa bir an olan devrimi hazırlamasının diyalektik olarak zorunlu olduğu görüşleri ancak bu açıklıkla birlikte bir anlam kazanabilir. Mao’da yoruma gerek olmayacak kadar açık olarak görülür ki, halk savaşı süreçleri evrim ve deveim aşamalannın klasik formülasyonu biçiminde değil, stratejik savunma ve stratejik saldırı dönemlerine ve onun iç evrelerine aynlırlar (9).
KSD ise evrim-devrim üzerine “diyalektik görüşler” getirirken, devrim anlayışı konusunda görüş getirmektedir. Bu öncü savaşı, faşizm konusundaki eleştirilerle (10) birlikte tam bir bütünsellik ifade etmekte ve halk savaşı fikrinin reddine dayanmaktadır.
Eklemek gerekir ki, eğer buraya kadar ulaştığımız sonuçlarda yanılıyorsak ve eleştirilerden maksat bir şeyin yapılması için hazırlanmasının şart olduğu; başka bir deyişle, O3 (ozon) yapmak için 3 tane O’ya (oksijen) ihtiyaç olduğu ise, bunun aksini kimse (deli değilse) söylemez. Kimse de Mahir Çayan’ın görüşlerine; ona, bir şeyin yapılması için için hazırlanılmasının gerekmediğini (ozon yapmak lçin oksijene ihtiyaç olmadığını), nitel değişiklerin hiç birikim olmadan havadan meydana geldiğini dedirtecek kadar işkence etmemelidir. Burada amacımız KSD’nin etraflı bir eleştirisini yapmak ya da evrim-devrim aşamalan ve devrim anlayışı üzerine görüşlerimizi etraflı olarak açıklamak değildir. Bu yüzden KSD’de evrim-devrim üzerine yapılan “diyalektik” gafları ve M.Çayan’ın “her zaman devrim aşamasında olunduğu”, “hiç bir hazırlık aşamasını kabul etmediği, “sürekli bir silahlı savaşı savunduğu” biçimindeki çarpıtmaları burada ele almayacağız.
Evet, “doğru sonuçlara varmak için doğru öncüllerden hareket etmek gerekir”. Ama KSD’de yapılan, “yanlış bir sonucu” ispat etmek için marksist diyalektiğe ve M.Çayan’ ın görüşlerine insafsızca uygulanan bir “işkence”den başka biı şey değil.
Burada geçmişe yaklaşım açısından, onu savunulamayacak kadar çarpıtıp-karikatürleştirdikten sonra dayatılan eleştiriler yanında, aynı biçimde onu karikatürleştirerek sözde savunma eğilimlerine de değinmekte yarar var. Bu eğilimlere onu savunmak isteyip de sloganlar düzeyini aşamayan iyi niyetli unsurlardan başlayarak, diğerlerinden hiçte aşağı kalmayan art niyetli unsurlara kadar derece derece oldukça önemli bir sayıda rastlanılmaktadır. Bu eğilimlerin sebebi geçmişin kavranılamaması, tek yanlı ya da sadece sloganlar düzeyinde ele alınmasıdır. Bu doğrultudaki bazı gruplaşmalarda geçmişin tam bir karikatürünün savunulduğu bilinmektedir.
Lenin diyor ki:
“Yeni bir siyasi fikri çürütmenin (yalnız siyasi fikri de değil) ve onu etkisiz hale getirmenin en iyi yolu, o fikri abese itene kadar savunmaktır. Gerçekten herhangi bir gerçeği aşırı ölçütlere vardırtırsak, abartarak gerçek uygulama alanının sınırları dışına yayarsak, onu abesliğe kadar itmiş oluruz; ve bu koşullarda o fikir kaçınılmaz olarak fikirlikten çıkar, saçma olur” (11).
İşte bizim sözlerimiz; geçmişi saçma haline getirmek, onu fikirlikten (sadece fikirlikten de değil) çıkarmak için, sözde savunulanlarla ilgilidir: Emperyalizmin 3. bunalım dönemi tahlilini, bazen emperyalizmin özünü inkara (eşitsiz gelişim yasasının geçersizliği ve tek emperyalizm), bazen de 4. bunalım dönemine girildiği gibi, bizatihi 3. bunalım dönemi tahlilini inkara kadar abesleştirmek; emperyalizmin gizli işgali olgusunu, yeni-sömürge bir ülkeye emperyalizmin basit ve mekanik bir uzantısı halinde saçmalaştırmak, sömürge tipi faşizm kavramını sürekli açık faşist diktatörlük şeklinde fikirlikten çıkarmak… Tümüyle devrimci geçmişi ele almayı ve savunmayı bir teori fetişizmine, bir slogan fetişizmine indirgemek, bu suretle kötü bir fokoculuk kopyası olarak ortaya çıkan bu karikatürle artık geçmişi marksizm açısından savulmaz bir şeye dönüştürmek…
Bu tür “olay”lar, geçtiğimiz karmaşa ortamının bir ürünü olarak görülmelidir. Devrimci Hareket bu tür hastalıkları aşmadan ilerleyemez. Teorik netleşme bu hastalıklara keskin darbeler vuracaktır. Bataklık kurudukça, bunlar varlık şartlarını kaybederek sahneden çekileceklerdir. Bunlarla ilgili olarak da bu kadar…
Bir de şu nokta var: Geçmişe hep bir mirasyedi zihniyeti ile yaklaşılmaktadır. Onu şöyle ya da böyle reddedenler dahil herkes (şu yeni PDA’cılar hatırlansın) “asıl mirasçı, asıl sahip” iddialarında bulunuyorlar. Geçmişe bu şeklide yaklaşarak, onun ‘Türkiye Devrimine mal oluşunu, emekçi halkların bir malı haline geldiğini kavrayamayan zihniyetler gülünç olmaktan öteye gidemezler.
Netleşme ve Saflaşma Çabaları Emekçi Halkın Kurtuluş Mücadelesinde Birlik İçin Zorunludur
Netleşme ve saflaşma doğrultusundaki gelişmeler solun bütün bölümlerini etkilemektedir. Sol bir yandan üç ânâ başlık altında kümelenme-toplanma eğilimini gösterirken; başlık altındaki grupçuklar, particikler kaynaşması da hızlanıyor. TİP ile diğerleri (özellikle muhacirler) arasındaki sürtüşme Yürüyüş sütunlarına yansıyor. Halkın Sesi’nin eklentileri ile olan çelişmesi de öyle. Bunlar saflaşma zorunluluğu ile saflaşmaya karşı gerici direnmeler çelişmesinden doğuyor. Bizi ilgilendiren, bu olayın iki revizyonist kümenin dışındaki devrimci harekete ilişkin sorunlarıdır. Ve içinde bulunduğumuz aşama, bu sorunların hızla çözülmesinin şart olduğu bir aşamadır.
Bu gelişmeler genel olarak Devrimci Gençlik Hareketini etkileyecektir. Devrimci Gençlik Dergisi’nin doğrultusu baştan beri bu süreci hedefleyen bir doğrultudur. Onun çalışmaları gençlik çerçevesinde de olsa bu saflaşma eğilimini ve zorunluğunu ilerletme, geliştirme yönünde olmuştur. Yaşadığımız günlerde gençlik mücadelesinin ülke çapında merkezileştirilmesi çalışmalarının sonuna gelinmiştir ve diğer sayfalarımızda okuyacağınız gibi bir Devrimci Gençlik Federasyonu kurulması çalışmaları tamamlanmak üzeredir. Bu olay saflaşmayı hızlandıracak bir olay olacaktır.
Şimdi çıkış bildirgemizin sonunda yer alan şiardan yeni dönem öncesinde yeni içeriklerle yüklü olarak bir kez daha tekrarlayalım.
DEVRİMCİ GENÇLİK HAREKETIİ`NİN ANTİ-FAŞİST ANTİ-EMPERYALİST EYLEMİNDE BİRLİK İÇİN-İLERİ!
EMEKÇİ HALKIN KURTULUŞ MÜCADELESINDE-BİRLİK İÇİN İLERİ!
(1) Lenin, Bir Adım İleri, iki Adım Geri, So1 Y., s.178
(2) “Yol Ayrımı”, Kurtuluş Sosyalist Dergi;1 Haziran’76, s.45
(3) Adı geçen makale, s. 45
(4) Bkz. Mahir Çayan, “Yeni Oportinizmin Niteliği Üzcrine”, Toplu Yazılar, s.195-193
(5) “Evrim ve Devrim Aşamaları”, Kurtuluş Sosyalist Dergi, 1 (2 Temmuz’76), s.19
(6) M.Çayan, “Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine,” Toplu Yazılar, s.175
(7) M.Çayan, age, s.192
(8) Mao Ze Dung, Askeri Yazılar, 2. bs., Çev: N.Solukçu, Ankara Sol Yayınları,1976, s. 929-988,
(9) Kurtuluş Sosyalist Dergi’nin 1. Sayısında Giap’dan yapılan ve bunun aksi bir iddia olduğunu sandığımız alıntının (Bkz. s. 47-48) bu noktada çok zayıf bir dayanak olduğunu söyleyelim. Giap burada, silahlı savaşın, gerilla savaşının hazırlanmasından söz etmektedir. Bu yazının 7 Ağustos 1976 tarihli Devrimci Gençlik dergisinde (11. sayı) çıkan metninde Giap’ın söz konusu alıntısında çeviri hatası olabileceği ifade ediliyordu. Bu alıntıda işaret edilen şekilde bir çeviri hatası olmadığı görülmüştür. Zaten konunun özü değişmemektedir.
(10) KSD, evrim ve devrim eleştirisine benzer bir eleştiriyi de faşizm konusunda getiriyor. Devlet üzerine yapılan bir yığın aktarma arkasında Fransa gibi kapitalist ülkelerle, bizim ülkemizin siyasi yapısının farklı olmadığı (ikisin de de oligarşik diktatörlük) noktasında düğümleniyor. Bu tespit faşizm konusundaki görüşlerimizi çürütme amacına yönelirken, “anti-faşist mücadelenin özünde bir devrim meselesi olması fikrinin reddine” varıyor ki; bu nokta, yukarıda ifade ettiğimiz öncü savaşı ve evrim ve devrim anlayışları eleştirisiyle bütünleşiyor.
Geçerken belirtelim, biz faşizmi burjuvazinin “terörcü” diktatörlüğü, burjuva demokrasisini “barışçıl” diktatörlük diye ifade ettik.
Bizi marksist devlet teorisinin inkarı ile suçlayan arkadaşların bizim için söyledikleri, şu sözler için de geçerlidir: “Almanya’da faşizmin zaferi.. burjuvazinin zayıflığının bir belirtisi, burjuvazinin artık eskisi gibi parlementerizm ve burjuva demokrasisi yöntemlerle egemenliğini sürdüremediğinin dolayısıyla iç politikada terörist iktidar yöntemlerine başvurmak zorunda kaldığının bir belirtisi olarak değerlendirmek gerekir’’. (J.Stalin, Leninizmin Meseleleri, Rusça baskı, s. 545. Anılan yer: Bolşevik Parti Tarihi, s. 969). Evet, herhalde Stalin de “zorun kurumunun devlet olduğunu” bilmiyor(!) olmalı.
(11) Lenin, Sol Komünizm, Sol Y., s. 62
(*) Bu yazı Devrimci Gençlik dergisinin 7 Ağustos 1976 tarihli 11. sayısından alınmıştır.