Devrimci önder Ulaş Bardakçı’nın mahkemede yaptığı savunmanın bir bölümünü ölümsüzlüğünün 48. yılında, onun mücadele birikimini, iradesini ve cüretini sürdürme niyetimizi ve zafer sözümüzü tekrarlayarak paylaşıyoruz:
“Hakim bey, önce geçen celsede cevaplandırmadığım soruya mahkeme heyetine güven duyup duymama sorusuna cevap vermek isterim. Mahkeme heyetinde görev alan şahısların hiç birini tanımam. Bu sebeple güven duyup duymamak söz konusu değildir. Fakat gerçek olan şudur ki: Mahkemeniz bağımsız bir mahkeme olma niteliğine sahip değildir. Bu durumu göz önüne alarak istifa etmeniz gerekir. Cevap vermediğim kimliğime gelince, adım Ulaş Bardakçı. 1947 doğumluyum. THKP ve THKC’nin bir savaşçısıyım.
(..)
Gelişen fikir akımları gittikçe daha çok konuyu incelemeye başlayan aydınlar, örgütlenen, gerekince direniş hakkını kullanan, tartışma açan meslek grupları ve özellikle halkının meselelerini kendi meseleleri kadar ön plana alan gençlik, finans-kapitali tedirgin etmiş, huysuzlandırmıştı. Reformist burjuvazinin bu iki üç yıllık etkinliği finans-kapital tarafından tefeci-bezirgan kasaba kodamanı ile engellenmeye başlanmıştır. İlk iki üç yılda halkımızın kaydettiği bu gelişme karşısında finans-kapital ürkmüş 1960’ta itelenmesine göz yumduğu tefeci-bezirganın tekrar piyasaya çıkmasına göz yumarak yeni bir sınıfsal denge kurmuş, demokratik kitle hareketlerinin ve gelişen bağımsızlık savaşının karşısında örgütlü bir direniş tezgahlamaya başlamıştır. Finans-kapital o devrede bu mücadeleyi, bu savaşı tek başına göğüsleyecek, önleyecek güçte olmadığı için karşımıza tefeci-bezirganı çıkarttı. En ince ayrıntılarına kadar planladığı karşı devrimci hareketi uygulamaya başladı. O devrede demokratik hareketler, meslek gruplarının ilerici örgütlenmeleri ve gençlik eylemleri yanında gördüğümüz Kur’an kurslarının, İmam Hatip Okulları furyasının, Mücadele Birlikleri’nin, komando kurslarının, taşra eşrafının örgütlediği Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin mantar gibi fışkırmasının sebebi budur. Zaten örgütlü olan tefeci-bezirgan takviye ve teşvik ediliyor, üstümüze salınıyordu. Bu arada finans-kapital güç topluyor, hem tefeci-bezirgana, hem reformist burjuvaziye ve hem de gelişmekte olan ‘sol’a vuracağı günü kolluyordu. Anayasa karşısında kitlelerin aldığı bu kesin olumlu tavır ve Anayasanın kitlelerce benimsenmesi gençliği de kapsar.
Uzunca bir dönem çeşitli dünya görüşlerine ve özgürlüğe aç kalmış gençlik Anayasal haklarını kullanan ilk güç oldu. Hakim sınıfların iç ve dış politikalarını, gerek şimdi ve gerekse daha önce alınmış ekonomik ve politik kararlarını, bunların uygulanmalarını tepki ile karşılamaya başladı. Gücü yettiğince çıkarlarımıza ters düşenleri değiştirmeye çalıştı. Gerektiğinde direniş hakkını kullandı. Miting yaptı. Yürüyüş tertipledi. Bütün ilerici, demokratik kitle hareketlerine katıldı, destekledi. Döğüştü, dayak yedi, hapislere atıldı. işkencelerin en çağdışı olanları üzerlerinde uygulandı. Bütün bunlar gençliğin mücadele azmini kuvvetlendirmekten başka bir işe yaramadı. Sömürünün üzerine üzerine gitti. Yerli petrol kampanyası açtı. İğdiş iğdiş ettiği ikili antlaşmalarımızı sergiledi. Madenine sahip çıktı. Omuz verdi topraksız köylüye. Gözcü oldu grevci işçiye.
1965’ten sonra gençlik eylemleri hız kazandı. Artık her demokratik hareket, her haklı direniş, her sömürüye başkaldırı yanında bağımsızlık ve demokrasi savaşı veren gençliği buluyordu. Bu savaşta hedef Anayasada yazılı her cümlenin kitlelere mal edilmesi, kullanılması idi. Gelişen gençlik olayları, bağımsızlık mücadelemiz faşizan kuvvetler tarafından susturulmaya çalışıldı. Bağımsızlık savaşçılarının yavaş yavaş her fakültede cemiyet seçimlerini kazanmaya başlamaları mayanın tuttuğunu gösteriyordu. Gençliğin bir iki senede aldığı mesafe ve ortaya koyduğu eylemler kitlelerce hemen benimseniyor, ‘Hak verilmez alınır’ ilkesi geçerlilik kazanıyordu. Nitekim toplumun motoru olan gençliğin eylemleri sonucu ilk İşçi-Köylü mitingleri, yürüyüşleri başlıyordu. Demokrasi ve bağımsızlık yolundaki mücadele gittikçe hız kazanıyordu. Çığ gibi büyüyen bağımsızlık hareketimiz karşısında hakim sınıflar telaşlanmaya başladılar. Her hareketimiz kitlelerce benimseniyor, onlara mücadelelerinde rehber oluyordu. Buna karşı Demirel hükümetinin tavrı açıktı. Anayasa değişecek, daha ağır cezalar yürürlüğe konacak ve bu hareketler durdurulacaktı. Fakat ekonomik bozgun ve gelişen kitle hareketleri karşısında Demirel iktidarı gücünü yitirmeye başladı. Bu güçsüzlük onu zorbalığa iteledi. Artık hakim sınıflar kiralık silahlı güçler beslemeğe başladı. Her miting, her yürüyüş, bağımsızlığa yönelik her hareket kurşunla karşılanıyor, gençler şehit ediliyordu. İşçi ve köylü demokratik hareketleri de bu tedhiş kampanyasından nasibini alıyor, bağımsızlık için savaşan liderleri kurşunlanıyordu. Yürütülen bu tedhiş kampanyası karşısında devrimciler bir süre meşru müdafaa durumunda kaldılar. Bağımsızlık savaşlarını ve mevcudiyetlerini korumak için silahlandılar. şimdi meydanda bir tarafta emperyalizmin ve yerli finans kapitalin jandarmalığını yapan, görevini yerine getirmek için silahlı ekipler kuran AP yönetimi, diğer tarafta emperyalizmi, finans oligarşisini ve jandarmalarını kovalamak ve varlığını korumak için silahlanan devrimciler vardı. Hakim sınıfların örgütlü gücü karşısında devrimci cephede acilen örgütlenmek gereğini duydu. Ve örgütlendi. Artık kozlar açık oynanıyordu. Devrimcilerin legal çalışma imkanları çok sınırlanmıştı. Azgınlaşan emperyalizmin bizi ezip geçmesine müsaade etmeden toparlanmamız, bağımsızlık savaşımızı değişen şartla uygun biçimlerde yürütmemiz gerekiyordu.
Devrimciler emperyalizme karşı bağımsızlıkları için silaha sarılma hakkını kullandılar. THKC ve onun savaşçıları emperyalizme karşı bağımsızlık için silaha sarılma hakkını kullandılar. Savaşçılarının son teki de ölene kadar bu hakkı kullanmaya devam edeceklerdir. İddianamede geçen ve Cephemizin yaptığı söylenen eylemler bağımsızlık için silaha sarılma hakkımızı kullanmamızdan başka bir şey değildir.
THKC, Türkiye halkının bağımsızlık özlemini dile getirmiş, kurtuluşun ilk kıvılcımını yakmıştır. THKC, Türkiye halkının kurtuluşu yolunda bundan böyle de savaşını sürdürecek ve zaferi kazanacaktır. Yaşasın bağımsız ve demokratik Türkiye için savaşanlar.”