”Yürü yangınların üstüne, kendi alevini de getir!”
İçinden geçilen süreçler kendi sıcaklıkları ölçüsünce zihinlerde geçmiş, an ve gelecek tahayyülüne imkan tanımayan bir yara bırakabilir. Ancak her hareket kendi doğası gereği içinden geçtiği zamana ve mekana iz bırakmakla mükelleftir. Daha doğru bir deyişle buna mahkumdur. İçinden geçtiğimiz zamana bir iz bırakacaksak eğer, bu iz mutlaka ve mutlaka 25. saate uzanan bir devrimciliğin kuruculuğu olmak zorundadır.
25. saat ”normal” olan diye dayatılanın parçalanması ise eğer bu denklemde alışılanın dışına çıkan bir perspektif ve paradigmaya ihtiyaç vardır. Ve Devrimci Gençlik Dernekleri 24 saat’in yetmediği hayal gücüne bir araç olma iddiası ve dahası, 25. saate uzanan bir devrimciliğin kurucu, örgütleyici, yaratıcı okuludur.
Gençliğin ”25. saat” ile ilişkisini geliştirmenin ve örgütlemenin en önemli ve yegane parçası ”gençliğin doğal alanı olan üniversitelerin tüm saldırı ve ablukalardan arındırılması” ön koşulunu tayin etmektir. ”Eşitlik-Adalet-Demokrasi” kampanyası ile üniversite özelinden memleket ahvaline kadar çok geniş bir pencereden neo-liberal kuşatma ve saldırıların ifşahatı yanında ”Anti emperyalist-Anti faşist” bir gençlik hareketi yaratmanın iddiası bizatihi bu tayinin pratik yansımalarıdır. Üniversite üzerindeki saldırının boyutları faşist çete hareketlerinin ittifakı ve ”karşı devrim” saflarında hizalanmasının görünürlülüğü ile kavranabilir. Dün birbirlerine ”Milliyetçilik maskesi takarak, Andımızı okuyan gençlere saldırmak, kimsenin haddine değildir!” veya ”Eski Mao’cu, ezelî ve ebedî Çin’ci, konjonktüre göre APO’cu, şimdiler de ise milliyetçi yahut da -onların deyimiyle- ulusalcı olan Aydınlık Hareketi ve onun gençlik kolları olmaktan öte bir anlam taşımayan TGB” diye sataşan gruplar faşizmin tayin ettiği görevleri uyarınca yanyana geliyor ve üniversitenin üniversite olmasından dolayı oluşan tüm değerlerine ve devrimci-demokrat kültürüne saldırıyor.
Esasında bu saldırıların, daha büyük saldırıların zeminini yaratmak için ön ayak teşkil ettiği tespitine de burda vurgu yapmak gereklidir. DTCF özelinde yürütülen kendi kitlesi dışınada hitap etmeyi amaçlayan, daha yatay ve demogojik bir tarz ile yürütülen kampanyanın bu konuda net bir örnek teşkil ettiği söylenebilir.
Bu demogojik kampanya ile kitleler gözünde saldırıların meşruiyeti sağlanmaya çalışılsa da, biz biliyoruz ki gençlik ile girilen ilişkilerin samimiyeti ve hakikatin kendi gücü
devrimci-demokrat bir direniş hattının gerçekliğinden söz edebileceğimiz bir durumu açığa çıkarmaktadır. Saldırının zemini hazırlanıyorsa, direnişin de zemini hazırlanmalı ve üniversitede gençliğin yegane meselesi belki de bu zemin üzerinde siyasi atraksiyonlar yaratmak olmalıdır.
Üniversitelere polis kortejleri eşliğinde veya kaçak dövüşün en net örneği olarak sessiz sedasız girip fotoğraf çekindikten sonra apar topar gidenler, yeterli zemin yarattıkları takdirde kadınlar başta olmak üzere üniversitenin öznelerine alenen saldırmaktan herhangi bir çekince duymayacak bir siyasi karaktere sahip oldukları unutulmadan, onlarla tek gerçek iletişimin direnişle sağlanabileceği bugün hiç olmadığı kadar alenidir, çıplaktır.
Kadın düşmanı bu faşist çetenin pravokasyonlarının, faşist terör için önayak olduğunun tespitinden sonra eklemek gereklidir ki; direniş ancak ve ancak üniversitenin tüm öznelerine dokundukça, üniversitenin tüm öznelerini dahil ettikçe başarıya ulaşabilecektir. Direnişin politikasının direnişle eş zamanlı örgütlenmesi de meselenin ”gruplar arası kavga” dışından algılanması için direnişin kendisi kadar mühimdir.
Direnişlerin kağıt üzerindeki mürekkep izlerinden daha farklı olacağının, o resmin kelimelere sığmayacak hatta öncesinden hikayesi anlatılamayacak bir renk tonuna sahip olduğunun farkında olarak belirtmek gerekir ki; burada bahsedilen, genel hattıyla gençlik siyasetinin bundan sonraki temel görevinin, bu direnişi örgütlemek ve/veya bu direniş zeminini yaratmak olduğudur.
Ayrıca tüm bunların yanında, kedi ve kitap ile devrim romantizmine dokunmak kimi zamanlar için cazip hatta bir siyasi hattan yoksunluğun örtülmesi için gerekli paravan görevi görebilir ancak, kedi ve kitap ile beraber anılan kavramın kendisi nicel değerlerden bağımsız bir ciddiyet meselesidir. Bu ciddiyetten yoksunluk, romantik lafızların hoşluğunun yanında bugünün görevlerine karşı bir zaafiyet de getireceği bilinmelidir.
Son olarak 25. saat ile ilişkinin bugünün temel görevi ile bu kadar iç içe dokunduğu bir süreçte ‘Tarihten geliyoruz, Zafere yürüyoruz!” iddiası bir sloganın ötesinde, bu ciddiyetin örgütlenmesi ve siyasal bir hat olarak varlık göstermesiyle ilgilidir. Anadolu Anti-Faşist geleneğinin bugün tekrar örgütlenmesi, yaratılması, zafer ile birlikte adlandırıldıkça bu geleneğin oynadığı role de ciddiyetle yaklaşılacaktır. Adalının faşist namluları susturan o eşsiz türküsünü bu topraklarda yeniden söylemenin ciddiyeti ile belirtmek gerekir ki; bugün gençliğin önünde ki yegane hedef 25. saate uzanmak ve gerçeği örgütlemektir.