Geçtiğimiz gün yaşanan Silivri merkezli depremde bir kez daha ortaya çıktı ki öldüren veya öldürecek olan deprem değil; para kazanma hırsı uğruna depreme karşı kayıtsız kalan ve kendi lehlerine yürüttükleri rant ve talan politikaları yüz binlerce insanı kasten ölüme götüren iktidar ve patronlardır. Deprem vergisi adı altında toplanan paraların iktidar tarafından yağmalanması, deprem toplanma alanlarının peşkeş çekilmesi, iletişim hatlarının kesilmesi, halka “evinize gitmeyin” çağrısı yapılmasına rağmen evine gidemeyen insanların nereye gideceğinin söylenmemesi… Güya doğal afetler karşısında sorumlu olması gerekenler; bugün açıktır ki potansiyel bir yıkımın da müsebbibi durumundadır.
Neredeyse her dönemde, memlekette yürütülen rant ve talan politikaları üniversiteler özelinde de aynı hız ve biçimde yürütülür, ortaöğretimden yükseköğretime eğitimin her alanı iktidar ve sermaye; dolayısıyla mevcut sömürü düzeni lehine şekillendirilir. Bu yüzden geçen hafta yaşanan depremler silsilesi ile İstanbul’un koca bir mezarlığa dönüşme potansiyelinin ne derece yüksek olduğunu gördüysek, yüz binlerce öğrencinin öğrenim gördüğü üniversitelerin de birer mezarlığa dönüşmeye ne kadar yaklaştığını görüyoruz.
Deprem gündeminden bağımsız daha üniversitenin açıldığı ilk hafta İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde, bitmek bilmeyen inşaatlardan birinden demir düşmesiyle bir öğrencinin kolu kırıldı. Yine aynı hafta bir kadın öğrenci ise fenalaştı, kampüs içerisindeki acil müdahale ekiplerinin veya herhangi bir sağlık biriminin yoksunluğu ve geç müdahale nedeniyle hayatını kaybetti. Depremle beraber yıllardır bitmeyen bir inşaat-restorasyon çalışması içinde olmalarına rağmen Çapa Tıp Fakültesi binası ciddi hasarlar görerek ders işlenemez hale geldi, Siyasal Bilimler Fakültesi’nde tavandan plakalar düştü ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Veterinerlik Fakültesi binasında da derin çatlaklar ve ciddi hasarlar oluşmasıyla yine bina ders işlenemez hale geldi. Tüm bunların üstüne bu çatlaklar sıva ve boya ile kapatılmaya çalışıldı,öğrenciler hasarlı binalarda derse girmeye zorlandı ve üniversite yönetiminden konuya dair nitelikli bir açıklama dahi yapılmadı. Bugün hali hazırda en çok ödenek alan üniversitelerden biri olan İstanbul Üniversitesi’nde herhangi bir deprem gündemi olmaksızın ve olduktan sonra yaşananlar, öğrencilerin can güvenliğinin ne kadar tehlikede olduğunun en yakın ve yakıcı örneği olarak karşımızda duruyor.
Şu çok açık ki, bugün olası bir depremle bizleri kendi kampüslerimizde ölüme sürükleyecek olanlar; dün aldıkları tüm ödeneklere rağmen yemek ve yurt zamlarını hiç geciktirmeyen, ‘Her üniversite mezununun iş bulmasına gerek yok’ diyen, üniversiteleri bölen, yandaş holdinglerin milyonlarca dolarlık borçlarını silerken, KYK yurtlarına zam yapanlar bir de üstüne ‘Borcunuzu iş bulana dek erteleyebiliriz’ diyenlerdir. Bugün kampüslerimizin mezara dönüşmesinin failleri ile eğitimin tepeden tırnağa niteliksizleşmesinin, hocalarımızın ihracının, binlerce sıra arkadaşımızın tutuklanmasının ve üniversitelerin polis-ÖGB terörü altında yarı açık cezaevine haline getirilmesinin failleri aynıdır.
Tablo ise çok net: Neredeyse öğrenci başına bir polisin düştüğü okulda öğrencilerin yaptığı en ufak bir basın açıklamasıyla, polisi, gözaltısı ve disiplin soruşturmaları ile ‘yakinen’ ilgilenen üniversite yönetimlerinin ilgi alanlarına deprem veya inşaatlar yüzünden öğrencilerin zarar görmesi girmiyor. Bu yüzden biliyoruz; öğrencilerin, akademisyenlerin, işçilerin; üniversitede bulunan herkesin can güvenliğinin korunmasını, depreme karşı üniversitelerin hazır hale getirilmesini; kampüslerdeki inşaatlarda gerekli iş güvenliği önlemleri alınmasını ve üniversitelerde acil müdahale ekipleri başta olmak üzere gerekli sağlık hizmetleri hazır bulunmasını sağlayacak olan bizleriz. Ve önümüzdeki süreçte yaşanacak olası deprem ve benzeri afetlerde canımızı korumak için ranta ve talana dayanan bu politikalara karşı organize olmalıyız! Örgütlü mücadele ve dayanışma yaşatır!