Kadın mücadelesi, bugün ele alınış biçimleri açısından farklı şekillere bürünse de tarihi yüzyıllara dayanan bir emek, varoluş ve eşitlik mücadelesidir; doğrudan erkek egemen düzeni, onun koruyucularını yani sistemin ve iktidarın kendisini hedef alır. Kapitalizmin hayatın kılcal damarlarına kadar sirayet ettiği bugün kadın mücadelesi; kimi odaklarca apolitik bir düzlemde, marka PR’larına veya hiçbir yere dokunmayan göstermelik kampanyalara indirgenmeye çalışmakta veyahut bu mücadeleyi “politik” olarak kavrama iddiasındaki kimi odaklarca da devrimcilerin temel mücadele alanları dışında tali bir mücadele alanı olarak görülmektedir. Kabaca tasvirlediğimiz bu tartışmaların tamamı ve hatta şu an ayrıntılandıramadığımız çok daha fazlası bu alanda devrimci bir bilince duyulan ihtiyacın yakıcılığını çok daha net gözler önüne sermektedir.
Kadın mücadelesini toplumlar tarihinden, sınıf savaşımından, iktidardan, bugün kapitalizmden ve şu an gittikçe palazlanan neoliberal politikaların kendisinden ayırarak tartışmak bu mücadeleyi piyasaya, bir grup sermaye takımına kan taşır hale getirir ve geriye düşürür. Aynı şekilde kadın mücadelesini mevcut faşizm koşullarında birincil bir mücadele alanı olarak görmemek, kadınların birlikte mücadelesini sınıf mücadelesinden ve devrimcilerin gündeminden dışarı itmek de aynı geri alanları beslemekten, kadınların öz gücünü küçümsemekten ve Türkiye yakın tarihinde bazı çevrelerce sık tekrarlanan düğümlenmiş tartışmalara takılmaktan başka bir fayda sağlamaz. Aksine bu küçük gören tavra karşı iyice kavramak gerekir ki bugün faşizmi ezecek gücün kendisi kadınların örgütlü mücadelesinden geçer. Tarihi boyunca önce kadınları hedef alan faşizme karşı biz genç kadınların mücadele görevleri kurucu rol üstlenmeli, faşizme karşı savaşta barikatın önüne önce kadınlar geçmelidir!
Tam da bu nedenle altını çizmek gerekir ki, kadınların eşitlik, özgürlük ve varoluş mücadelesine dair her alana güç vermek, bu alanın öncü mücadele öznesi biz kadınlar olsak da yalnızca kadınların değil; memleketin tüm devrimci, demokrat, ilerici kesiminin başlıca görevlerinden biridir.
Bu yüzden 8 Mart başta olmak üzere, bazı alan ve eylemliliklere dair biçimsel tartışmalara boğulmadan, kadınların birleşik mücadele cephesini genişleten; buluştukları asgari müşterekleri arttıran her eylemi güçlendirmek gerekir. Biz de, Devrimci Gençlik Dernekleri Kadın Komitesi olarak, kadınların özgürlük mücadelesine tüm gücümüz ile kan taşıyacağımızı, kadınların omuz omuza yan yana mücadele ettiği alanları güçlendireceğimizi; AKP iktidarının kadın düşmanı politikalarıyla, siyasal İslam’ın kadın üzerinde kurmaya çalıştığı tahakküm ile sermayedarların ikiyüzlü politikalarıyla ve erkek egemen sistemin kadını ve emeğini toplumsal alanda görünmez kılmaya yönelik her hamlesiyle mücadele edeceğimizi, bu uğurda var olan her mücadele alanının içinde yer almakla kalmayıp 25 Kasım’daki gibi olası her saldırıya karşı bu alanları savunacağımızı bildiriyor ve çağrımızı yineliyoruz:
Kadın cinayetlerini münferit hadiseler gibi göstermek isteyenlere, kadın katillerinin, istismarcıların, tecavüzcü ve tacizcilerin mahkeme karşısına kravat ile çıktıkları için “iyi hal” indirimi almalarının önünü açanlara, kadının görünmeyen emeğini hiçe sayanlara; fabrikalarda, iş yerlerinde, plazalarda kadınları daha ağır koşullar altında ve daha az ücretlerle çalıştıranlara karşı 8 Mart günü saat 19.30’da Taksim’e!
DEVRİMCİ GENÇLİK DERNEKLERİ KADIN KOMİTESİ